İyi okumalar 😭😭😭
•••
Bir koşuşturma vardı, ormanın içinde değildi. Hemen ormana bakan tarafındaki kapı ağzında. Büyük bahçe kapısının ilerisinde duran ikili, koşmaktan ötürü nefes nefese iken her birinin karnını kasan başka heyecanlar mevcuttu.
Jeongguk, Yungeom'u babasının yanına gönderirken orada bekleyecekti. Eski evinin sınırlarında dolanmış olmak ona hiç iyi hissettirmiyordu. Bizzat o çiftliklerin orada görünen ağırlığa bakıyorken. Tüyleri ürpermişti. Ayakları oraya gitmek için zor bela iteklersen, karanlığın içinde titreyen küçük bir çocuk olmuştu oracıkta. Eski kabusuna doğru adımlıyor, oradaki kendi çığlığını duyuyordu. Unutmayı istediği geçmişi, bir perde olup usulca orayı yırtıp parçalıyordu.
Elleri karıncalanıyor, ağırın pis at kokusu içinde yüzünü buruşturuyordu. Anılar onda acı, hayvanlar onun feryadına alışkın olduğundan gözlerine sinmiş acılı öfkesi artmış ve atlar yerlerinde huzursuzca haraket etmişti.
Onları ürkütmek değildi niyeti. Sadece her zaman orada asılı duran av tüfeğinin peşindeydi. Bakındı, görmeyecek gibi oldu. Alnında duran terini sildi. Jeongguk çok fazla dikkatli haraket ediyor, kendisinin devrilerek kaybettiği yerde dolaşan hayaletine basmamak için çabalıyordu.
Orada uzunca durdu. Ne kadar olduğunu bilmiyordu. Sadece saatler geçmiş gibi hissederken, içindeki o çığlık susmuyordu.
"Susun artık, susun!" Diye bağırdı. Elini başına yaslayıp, gözünü kapattı. Ama hazin hatıralar çok canlıydı. Şu anda biri elini tutmayışından ötürü kendi ölmüş hayaleti karşısına dikiliyordu.
Ona baş kaldırmak istercesine ayağa kalktı. Her yeri didik deşik ederek, motor yağlarının olduğu yerin içinde işe yarar bir şeyler bulmanın çarpık gülümsemesi yüzüne kondu.
"Sonsuza kadar susacaksınız." Dedi. "Yok olacaksınız, benim gibi."
Her tarafa döktü. Atlar ürktü bu durumdan. Ama delirmişti Jeongguk. Ailesi sonunda onu delirtmişti. İçinde hiçbir duygu yoktu. Öfke, kayıp, kaygıları vardı. Ona ait paramparça olmuş her şeyi yok etmenin çabasına düşmüştü.
Bununla döktüğü benzin kokusunu içine derin derin çekti. İki tane İngiliz atının başını okşadı. Kahve postlarını elleriyle tanıdı.
"Size yaşattıklarım için özür dilerim," diyerek boyunlarında duran kemeri açtı. Atlar oldukları yerlerde nallarını haraket ettirerek kişnedi. Her ikisini de açarken, ağırın kapısını sonuna kadar açtı. Onları özgür bıraktığında, cebinden sigarasını çıkardı.
Ön tarafta bir hengame, bir kıyamet vardı.
Ama arka taraftaki kıyameti Jeongguk başlatıyordu. Bu kıyametin ayak izini yaktığı sigarası ile yaparken, artık biri silahı kafasına dayayıp sıksa umrunda değil gibiydi. Zaten her şeyini kaybetmişti. Her şeyini kaybetmiş bir adamı ne ile korkutabilirdiniz ki? Keza, bir cana sahipti. Ve o canıda alaya aldığı tek konuydu.
Yungeom'un telaşlı ayak seslerini duyuyordu. Sigarasından bir fırt daha çekti. Duman gözlerini yakıyordu. Ama o öylesine içindeki boğuşmaya dikkat kesilmişti ki, gözlerini kısamıyordu bir türlü.
Kapının eşiğinde çömeldiği yerden, arkadaşının gölgesi üzerine düştüğünde, "Neler oluyormuş," dedi. Kuruca söylemişti. Ama içinde ateşler harlayıp harlanıp cehennem şelalesinde duran taştan seken taşkınlığı yaşıyordu.
"Annen," dedi. Yungeom bunu nasıl söyleyeceğini bilemedi. "Annen ölmüş."
Bu Jeongguk'un dudaklarına kayan sigarayı bir saniye olsun durdururken, kısa bir soluk alıp sigarasını içti ve ayağa zıplayarak kalktı. Sigarasında ki son ateşi ağıra doğru fırlattı.