İyi okumalar.
Orada ona kaç dakika sarıldım bilmiyordum. Bir an için kollarımdan ayırmak istemedim. Korktum. Onun için çok korktum. Olurda başına bir hal gelir diye. Ama o içine çekildiğim karanlık dünyanın cenebesinden çekmek istercesine beni arayan Jimin'in evine yollarken, evimize gelen adamları pencereden izliyordum.
Jimin ise telaşla bir çok şeyi koymaya çalışıyordu. Aslında çok gerek duyulmayacak şeylere sahipti. Ama bunu diyerek o tatlı hallerini bozmak istemedim. O fazla heyecanlıydı. Benim asla tadamayacağım bir heyecana sahipti işte.
Bu yüzden aklımın takıldığı evimizden başımı tamamen çevirmiş, odasında bulunan koltuğuna oturmuştum. Yatak odasıda onunun kişiliği gibi rengarenkti. Hayat doluydu. Ve doğumuna daha üç hafta olmasına rağmen o tüm önlemleri alıyordu. Çünkü çekinik omegaların erken doğum yapma gibi riskleri vardı.
Muhtemelen o da bu durumdan dolayı endişeleniyor ve olası doğum sancısına göre kendini hazırlıyordu. Sonunda işi bitecek oldu ki, aniden durdu.
"Of, yine çişim geldi."
Bir saattir buradaydım ve Jimin, bebeğisinin baskısıyla oluşan o idrar mesanesi yüzünden şu an bununla beşinci kez tuvalete gidiyordu. Ve bu son isyanı öylesine tatlıydı ki, gülmeye başladım.
"Seni de göreceğim ben, sen gül öyle." Dedi, o alıngan yüzü bana doğru çevrilirken. Oysa o gülüşümün devrilmiş hali bir garip oldu ki, derin bir nefes aldım.
"Niye düştü senin yüzün öyle," dedi ve gülmeye tekrar çalıştığımda, "Benden bir şey saklanmayacağını ne zaman anlayacaksın acaba?" dedi ama dayanamadı, "Ay, dur. Tuvalete gideyim. Seni sorguya çekmeye geleceğim." ellerini sallayarak odasından çıktı.
Halbuki benim içim sıkılıyor, düşündükçe bocalıyordum. Elimi çehreme yaslayıp, öylece açık kalmış çantanın içinde duran pembe eldivenlere baktım. Çok güzeldi. Jimin bebeği ile uyumlu olan bir sürü şey almış ve şimdiden ne kadar güzel görüneceğini tahmin edebiliyordum.
Oraya bakarak öyle çok dalgınlaşmıştım ki, kendi yatağının üzerinde oturup beni izleyen Jimin'i fark ettiğimde irkilerek yerimden sıçramıştım.
"Beni korkuttun Jimin," dedim, derin bir nefes alıp tüm duyuları açık bir şekilde ona bakmaya başlarken. Çünkü o sinsice sırıtmış, "Asıl sen şimdi kork." demişti.
"O ne demek öyle?" Gerçekten kokmam gereken bir durum varmış gibi. "Hmm, sen söyle bakalım."
"Neyi söyleyecekmişim ki ben?"
Şişmiş burnunu sabır dilercesine tutarken, "Ağzından kelimeleri zorla alıyorum, yemin ederim şimdi doğuracağım." dediğinde, panikle öne sıçramıştım. "Ne, yoksa sancın mı var?"
"Ay, sen o kadar masum bir şeysin ki kızamıyorum bile." Gülmeye başlamıştı. Onu gülüşü içimi ısıttığından huzursuzluğum dinsin diye bende onu öylece izledim. "Şu bakışlara bak, aptal. Bakma bana öyle. Bak ağlarım şimdi."
Aniden değişiyordu duyguları ve ben onun süratle inip kalkan hormonlarına yetişemiyordum bile.
"Ağlama, kızında ağlar sonra." Dedim, kendisine gelmesi için. Çünkü sadece kızını ima etmiş olmakla kendisini dizginliyor ve kızının üzüleceği düşüncesi ile o sahiplenici tavrını bir anda sergiliyordu. Buna öylesine çok hayran kalıyordum ki, "Haklısın, ama kızımın amcası çok kötü. Bana neden üzgün olduğunu bile söylemiyor. Bir haftadır yüzü hep solgun duruyor. O doktorun görüşmesinden sonra bir şeyler oldu ama o bunu benden saklıyor." dediğinde, artık saklayacak bir şeyim olmadığını bilerek omuzlarımı düşürdüm.