İyi okumalar.*
Zaman. Öyle hızlı akıyordu ki bilhassa çoğaltmak istediğin şeyler güzel anlara sahipken. Oysa mutsuz anlarda fark ederdim ben zamanın bile gözlerde nasıl dönüp dönüp kalmış olduğunu. Bir varmış, bir yokmuş oluverirdi. Uyanınca da geçerdi. Kabus derdim, bir önceki günden yaşamış olduklarımı.
Ancak şimdi, bile isteye durdurmak istiyordum zamanı. Uzamaya başlamış tırnaklarımdan çekip içlerinde kızarmaya yüz tutmuş hassas etiyle yapıyordum bunu.
Çünkü ben, mutluydum.
Mutluluk, son bir haftada ölüyormuşum gibi hissettiğim anda yine ondan ötürü yüzüme bir gülümseme veren Taehyung'ndan dolayıydı.
Yaralarımdan, parmak uçlarımdan özenle parmaklarını sürten bu adam yüzündendi. Bu yüzün hüznünü kıştan alıp yaza çevirenden ötürüydü. Ben bilmiyordum da bu mutlulukla başa çıkmayı. Güzel sözler karşısında hangi yana dönüp nefes alacağımı bilmiyordum.
Çok şey öğreniyordum. Dünyanın bilgisine aç iken, şimdi bu gıdım gıdım aldığım huzur yüzünden aç kaldığımı öğreniyordum. Öyle bir açlıktı ki, daha bu sabah bir kaç gün önce tekrardan geldiğim bu evde, kapım nazikçe açılmıştı. Normalinde evde rutubetli bir sessizlik bırakan bu evin odaları, daha o bu odaya adım atmadan bana bir haber verircesine fısıldaşıyor ve o bu odanın yolunu bulduğu vakit gözlerim açılıveriyordu.
Ne yapacağımı bilmeden kirpiklerim birbirlerine üstüne biniyor ve Kim Taehyung'un geldiğimiz ilk günden beri işe gideceği günün sabahında gitmeden beni görmeye geliyor ve uyanık gözlerimle karşılaştığından kırılmış saç uçlarıma o parmak uçlarıyla dokunuyordu.
Titriyordum, o bunu bana bir alışkanlıkla yapmaya başlarken. Ben kendimi ona alıştırırken.
Varsın eğlesin gönlüme böyle bir eğlence. Kurdumun şen şakraklığı dolaşıversin, ben yok olmadan. Bu dünyaya bir iz bırakmadan.
Ama akşam erken geleceğini söylediğinde, bende bir telaş aldı başını götürdü kafamın üstünden. Fazla ilgili, fazla anlam yüklüydü.
"Seni götürmek istediğim bir yer var, benim için özel bir yer. Uzun zamandır gitmiyorum, bana eşlik eder misin?"
Bununla uyku mahmurunda çapak toplamaya yer arayan o kıvrımlar dahi bir heyecanla açılmıştı. Onun için özel saydığı bir yere götürmeyi istiyordu beni. Bu beni de onun gözünde özel biri mi yapıyordu?
Öylesine umutlanıyordum ki, bazen bunu durdurmak için yüksek sesle kendimi ikaz ederken buluyordum. Hayır, bu kadar sevinme!
Çünkü toktur benim gönlüm. Yok olduğundan değil, yokluğuna alıştığından ötürü bu gönülsüzlüğüm. Ama şimdi, duş aldığım yerden temiz kıyafetleri geçirmişken üzerime ne yapacağımı bilemediğimden öğlen sıcağından çıkmıştım evden. Her yanımda var olan o uyuşukluk hissinden bir telaşe içindeydim.
İlk randevum, bu benim ilk randevum olabilir miydi?
Ona şans vermiştim. İlki hunharca harap olup, harabe gibi görünürken. Ben o depremden el uzatıyorum, hayatın bir anda var olan o ışığın, o yerin altında sıkışıp kaldığım ve bir anda havayı hissettiğim için. Bu hava ki, ikinci şanstı.
Çünkü; en kötüsünü görenin, bu görme ile uzunca kendinden geçenin ve sonrasında her şeyini uzunca vakitte kaybetmiş birinin, o anda gördüğü şey en büyük sevincidir. Yaşamaya hasret duyduğun, bunu anladığın en güzel beyti selam yeridir. Hayat bana şimdi selam veriyor, selam verdiği yerden uzanmış o eller, ben yaşamak istediğim için dokunuyordu parmak uçlarıma.