Bölüm içi yorumlarınızı bekliyorum.
İyi okumalar. 🎈Yürekte bir esenlik kalmamıştı, bağrında kızgınlaşmış ateş onu mücadelesinden alıkoymuştu. Jungkook acılarına dayanamamıştı. Jungkook ne gelmekte olana sevinmiş, nede gitmekte olan hüzün duymuştu. Çünkü his kalmamıştı içinde. Paramparçaydı o ruhun örtüsü. Her bir yandan sızdırıyor iken, gözleri kapandı. Ruhun çırpınışı, soluğundan kaçtı. Bedeni, ruhunun can çekişine dayanamayarak yığıldı.
Gerisinde olağanca bir enkaz, olağanca ıslak yaşın feryatları vardı.
Jimin tek başınaydı sanki oracıkta. Kardeşi dediği adamın kollarına devrilmesine, birilerinin onun yanına gelerek yardım edesiye kadar çaresizdi. Şaşkındı. Ummamıştı nitekim böyle bir şeyi. O, küçüğünün mucizelerine böyle bir hoş geldin demeyi hiç hayal etmemişti.
Şimdi sağına bakıyor, Taehyung'un yaşamak için verilen mücadelesini görüyordu, soluna dönüyor, kardeşi dediğinin bitmiş halini görüyordu. Her omzundan kırılarak ağırlık çökerken, ağlayarak Jungkook'un sedyeye yatırılmış olmasını içine dokundura dokundura şahit oluyordu. Ellerinden tuttu sıkıca.
O acilin karmaşasının önünde iken, ecelin rüzgarları koridorların arasından sertçe eserek gelip geçiyordu. Bir vakit vardı, herkes o vaktin içinde per-perişandı.
O vaktin içinde yatırılmıştı Jungkook masaya. Zordu kaldırılması, o başka hayallerin içinde kendi düşlerinde gidiyorken, küçükler karnının içinde, bacaklarının arasında olan o yerde bir yırtık meydana getirmişti. Doktor eliyle oraya bastırırken, Jungkook canın acısıyla derin bir nefes aldı. Soluk teni, daha da sarardı. Göz yaşlarının kıymetlileri, kirpiklerinden intihar ederek saçlarına karıştı. Taehyung'un aklını başından alan o rengi kaybolmakta olan gri saçlarının arasına dağıldı.
Kızgın tenin yangını çok olurmuş, kalp atışları bir çoğulu içinde attırıyorken, Jungkook çoğu yaşını burada soğutmayı ummuştu. Keza onun gördüğü çok başkaydı. Çok başka bakıyordu. Dünyası orada karanlık iken, o güneşi görüyordu.
Mührünün orada ona can verdiği yerdeydi şimdi. Kumsal yakıcı, okyanus köpürtücü, semai mora dönmekteydi. Karanlık ise hemen peşin sıra ardından yükselerek onun ilerlediği yerden takibini sürdürüyordu.
Önce etrafına baktı. Bir rüzgar yüzünün kıyılarında yalayıp geçiyor, sancının güzü çoraklaşarak bir alışkanlıkla dökülmüş olan karnının üzerine yaslanıyordu. Ama orada kocaman bir boşluk vardı. Bununla yüreği hopladı Jungkook'un.
"Miniklerim..." diye sayıkladı. "Neredesiniz?" Diye etrafına baktı. Ses duymayı, sesleri duymayı umdu. Amma velakin, görmüş olduğu tek şey sıra sıra dizilmiş dağlardan gri dumandı. Şeytanın mızrağı orada çakılı kalırken, yangın görüyordu.
Huzur bulduğu yere ateşler düşmüştü.
Koştu, düştü, koştu, yalpalandı.
İlerde, onun çokça ilerisinde bir kayık görüyordu. Bembeyaz bir kayık, masmavi suyun içinde duruyordu. Ama koştukça, fırtına gelircesine dalgalanarak olduğu yerden haraket etmeye başladı.
"Dur," diye veryansın etti. "Dur, bekle!" Dedi.
Çünkü en nihayetinde bir kâbusa yatırılmak üzereydi Jungkook. Orada en sevdiği, en kıymetlisinin sırtını görüyordu. Pas parlak duran saçları dalga boyunca görmeye hasret kaldığı yüzünü kara bir çalım gibi kapatıyordu.
"Taehyung, beni burada bir başıma bırakma." Dedi. Taehyung'un düşe dönmüş bedeni, isminin çağrılmış olmasıyla yana düştü. Daha da çevrildi başı.