İyi okumalar.
*
Yanlış ama bir o kadar doğru hissettiriyordu elini karnına götürerek bana yardımcı olacağını söyleyen Jimin. Açıkçası tedirgindim ama bir o kadar, hadi ona inan, diyordu içimdeki ses. Ama ben bilemiyordum neticede. Ben güvenebilir miydim ki ona? Ben daha öncesinde kimseye güvenememiştim.
O kişi dışında. O ise canımı çok yakanlardandı. Öyle ki bana birine güvenmem gerektiğini, güvenirsem şayet başıma bunların geleceğini gösterdi. Ya da en azından sonucunda büyük bir hayal kırıklığına uğrayacağımı.
Elen, bana pek çok konuda yalan söylemişti mesela. Yan komşumuzun kızıydı ve daha yedi yaşında iken canımı çok yakmıştı. Kim oyun parkında arkadaşı olarak gördüğü birini, sonrasında insan içinde görerek utanır ve sonrasında beni bindiği kaydıraktan itmeye kalkışırdı ki.
O yapmıştı. Güven bana Jungkook, demişti. Sonrasında iterek yere düşmeme sebep olmuştu. Halen yanağımda o günden kalma küçük bir iz, yara vardı. Çok çirkindi ama her defasında aynaya bakıp dikkatimi çektiğinde, güvenin kolları daha küçük yaşta sana açılmış sonrasında bir kandırmaca gibi itmişti.
Sebebini hiçbir zaman anlayamamıştım. O zamanlar için. Ama şimdiye bakıyordum da, çok aptalcaydı. İçten içe yalnızlık çeken biriydi. Sonrasında kendisine arkadaşlar bulmasıyla beni tamamen gözünde gereksiz biri olarak görmüş olacak ki, düştüğümde dahi yanıma gelmemiş, özür dilememiş ve yerimden kaldırmamıştı. Benden uzaklaşmak için aniden itmiş ve sonrasında onu gören arkadaşlarının yanına koşmuştu. Sanki ben orada öylece hiç ağlamıyormuş gibi, beni sevmeyen annemin adını sayıklayarak yüzümdeki kanı görmekten ötürü baygınlık geçirmiyormuş gibi.
Oysa onunla parkta oynayabilmek için evden kaçmıştım. Birçok kez bunun yüzünden hırpalanmıştım. Yeterli gelmemişti demek ki. Sevmek, günümüz dünyası için sadece bir hiyerarşiden sisteminden ibaretti. Ben ise bir vitadan daha küçümseyici bir konumdaydım. Sebebi ise bir erkek olmam. Doğurganlık özelliğimin az olması. Ama ailem için sebebin bu olduğunu düşünmüyordum.
Çünkü ailemizde, büyük büyük babam bir deltaydı. Çok soylu ve kendi mezrasından herkese sözü geçen bir adamdı. Belki de bu yüzden ailenin bir lekesi ailene gelmiştim. Kız evlatları olmayan bu ailenin içinde, bir nevi zayıf halka görünmüştüm. Ama ne çirkindi bu düşünce. Ben bu çirkinliğin içinden gelmiştim.
Belki de karşımdaki Jimin, bana gülümsüyorken o da bu kötü dünyanın çirkef yüzünden nasibini alarak buralara kadar gelmişti. Bilemiyordum. Sadece mutlu görünüyordu. Huzurluydu. En azından Tanrı'nın vereceği en güzel mucize ile mükafatlandırılmıştı. Bir evlat sahibi olacak sonrasında ise, o evladına dünyanın en güzel ebeveyni olacaktı. Şüphe etmemişim bana her anlamda sıcakkanlı yaklaşan tavrından ötürü.
Sadece o mucizenin bir anda içimi sıcacık tuttuğunu hissettim. Çok özel olmalıydı. Bambaşka bir duygu olmalıydı. Tarif edilemeyecek kadar eşsizdi. Bu yüzden tanımlayamıyordum bu durumu.
Ama ben, bu talihsizliğimi asla yaşayamayacaktım. Ruh eşimin bana el süreceğini sanmadığım gibi, benden bir evladının olacağı düşüncesi muhtemelen ölmek isteyeceği kadar derin travmalar yaratırdı ona. Ölüm olurdu o karnımda olacak bebek bana. Öylesine imkânsız iken, düşünü kurmaya korktum o anda. Ya o mucize ola ki karnıma düştüğünde, o da benim gibi bir kaderi yaşarsa? Ama ben asla incinmesine izin vermezdim ki. Veremezdim. En çok aileyle sınanmışken, kıyamazdım. Gerekirse tüm dünyadan sakınır, yine de onu bu dünyanın içine bir yem olarak atıp da heba etmezdim.