21. "Ben senin için eksiğim."

4.9K 343 83
                                    

İyi okumalar.

**




Manasız geçen o üç kişinin yarattığı gergin ekonun üzerinden saatler geçmişti, ama Taehyung'un hâla yatıştığını sanmıyordum. Ki haksızda sayılmazdı. Hoseok'un fazlasıyla sinir bozucu kelimeleri ve buna zıt duran bir gülüşü yüzünde oluşurken, insanı cidden yıpratıyordu hal ve tavrı.

Taehyung kendi mekanının önünde bile o kişiye karşı bile fazla saygı dolu davranmıştı. Ama o bakışları, onu yavaş yavaş tanımaya çalışan beni bile tedirgin edecek türdendi.

Ancak benim düşündüğüm veya sorgulamakta zorlandığım şey, tam olarak Yoongi ile alakalı olan kısımdı. Çünkü Taehyung'un sakin tavrına nazaran daha sert ve konuşma üslubu kabaydı. Gözlerindeki ifade ise bir o kadar donuk ve hissizdi.

Bunu fark ediyordum. Veyahut böyle bir his edinmiştim kendimce. Sebebinde oluşan şeyi pek yargılayamasam da, bu tarz işleyişi sessiz kalışıma yoruyordum. Bir insanı anlamak için kelimelere her zaman ihtiyaç duyulmazdı. Nitekim en büyük yalanlarda, o gerçeği dile getiren o dilin sayesinde türüyordu.

Ve benim tam da şu an bunu düşünüyor olmam, yanımda beni eğlendirmek için çabalayan Taehyung'a büyük bir haksızlıktı. Çünkü onun bana belli etmeye çalışsa da onun da şu an aklında o kişi geçiyor ve hemen bir kaç sokak ötesinde ona rakip olarak restaurantı açan Hoseok'u düşünüyordu muhtemelen.

Bu yüzden, arabanın vitesinde duran elini sardım. Bununla dalgın hareleri irkilerek bana döndüğünde, "Benim yüzümden sende huzursuz oldun değil mi?" dediğinde, dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Sadece seni böyle görmek hoşuma gitmedi," diye mırıldandım.

Kesilmiş göz kontağı az önce yola çevirili duruyorken, şimdi yeniden bana çevrilmişti. Bu ani gelen bakışlarına bile alışamıyordum. Nefesimi kesiyordu.

"Biliyorum. Özür dilerim." Dedi, derin bir soluk alarak. "Bu yüzden seninle baş başa güzel vakit geçirebileceğimiz bir yere gidiyoruz," dediğinde, aniden devşirdiği ruh haline yetişmek çok güçtü doğrusu.

"Nereye gideceğiz," diye sorduğumda sadece süpriz demek ile yetinmiş ve beni büyük bir merakın içine sürüklemişti.

Sahil yolu boyunca sessizliğin kendi renginde dökülerek şekilden şekilde girdiği o merhale içinde, bir pencerenin camının olmayan buğusunun üzerinden kendimce tartışıyor ve hemen yanı başımda duran bu adama karşı sıkı sıkıya bağlandığım bu bağlılığın içinde bana karşı attığını söylediği kalbini elime alıp apaçık görmeyi istiyordum.

Çünkü ben, yoksun büyüdüm. Ve dünya tüm ganimetlerini tek birinin sunduğu elin teslimiyeti ile önüme sererken şu baldan görünen hayatın zehir olmasından endişe duyuyordum. Belki de bu adamın bana delibal olmasından çok korkuyordum.

Korkum, onun ellerime dokunması ile titriyor ve bir şeyi gözlerimin işleyişinde tek bir odağı kendi çeperinde süsleyerek önüme seriyordu.

Ben bu adamı kaybedemem, o benim hayatımda göğsüme acıyla umut ederek bıraktığım son mumum, sonumu gösteren geleceğimdi.

"Geldik," demişti, galyana gelmiş olmuş başım onun zikri  ile kendisine gelirken. Oysa bakındığım veyahut görmek istediğim yer, onunla oturacağımı sandığım bir mekan olurken, o beni marinaya getirmişti. Bir çok teknelerin olduğu yere. "Vante ile tanışma vaktin geldi."

"O kim ki?" Diye sordum, ön dişlerim alt dudağımın üzerine yaslanırken. Çünkü onun hayatından birileri ile tanışıyorum ve onun o beğendiğim kemikli düz elleri, belimin üstünde duruyor ve gururla beni eşi olarak tanıyordu.

worthlessHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin