Bölümlerdeki yazım hatalarını düzelte düzelte paylaşacağım bölümleri...
Bölüm arası yorum yapmayı unutmayın 🦋
İyi okumalar 🌟
Saniyeler, sadece sarılmasına eşlik eden koca dört saniye beni mutlu etmiş ve ardından iyileştirmişti. Ama sonrası, sonrası acı bir senfoniydi. Onun derinlere yankı uyandıran kalın telli sesinden var olan bir müzikal. Kalbimi şehit kılmıştı bu ses.
Bu yüzden ayaklar altına serilmiş bedenim, sözleri hemen kulağımın altında dinlene dinlene beni öldürerek geriye çekmişti. Bu sözleri asla unutmayacaktım. Son gemin hatırasını hiç unutmayacaktım.
Ben zaten ölecektim. Öyleyse tekrar tekrar ölmek niyeydi?
Ellerimi çektim ondan. Bu çirkine dokunmamalı, sarılmamalı ve tüm bunları yaparken ruhunun bir eşi olduğumu tiksinerek söylememeliydi.
Dudaklarımı birbirine bastırarak, önemsemeden yanından geçmeye çalıştım. Bileklerimden tuttu. "Bırak," dedim fısıltıyla. Kalbim ağrıyor, bırak, uzak bir yerde göz yaşlarımı dökeyim. Bitmeyecek o yolda, olmayan evimin varışına kadar yorgun düşerek öleyim.
"Gidemezsin," dedi. "Senin yüzünden acılar çekiyorken, seni bulmak için buralara kadar gelmişken gidemezsin. Konuşacağız ve bir anlaşma yapacağız bu durum için."
"Beni reddetmene rağmen seninle bir anlaşma yapmak istemiyorum. Ben zaten ölmek istiyorum. Yanında daha fazla acı çekerek yaşamak, ölmekten daha kolay olmayacak benim için."
Yüzüme öylece bir kaç saniye baktı. Sonrasında, "Daha sakin bir yerde konuşalım," dedi. Ama inat ederek, "Konuşacak bir şeyimiz olduğunu sanmıyorum." Dedim.
Oysa bu cesaretim, ölmeyi kabullenişimden kaynaklıydı. Bana en fazla ne yapabilirdi ki? Sonuçta o da benim gibi az da olsa acı çekiyordu. Ve o, benim aksime yaşamak istiyordu. Kalbinde var olan o kişi için belki de.
Yüzündeki o tahammülün çizgisi alabora olmak üzereydi bu, değersiz omeganın ona karşı gelmesinden ötürü. Hissetmiştim. Çünkü kaşlarını çatmış, koyu kahveleri daha yoğun bakıyordu. Zorlanıyor gibiydi. "Senin için yeterince ılımlı davranıyorken, bence bu şansı zorlama ve beni yapmak istemediğim şeylere mecbur bırakma Jungkook!" Diyerek ismimi o ağzının içinde uzun gelecek şekilde karalamıştı.
Yutkundum öylece. Neden bir anda sanki güçlü olabilirmişim gibi hissetmiştim ki, sanki kendim dışında birine güç dayatabilecekmiş gibi.
"Ne yapmayı istiyorsun," demek, artık benden ne istiyorsunuz demek ile aynı şeyi bağdaştırırken, "Benden ne yapmamı istiyorsun?" diye sordum.
Evin içinde gibi iken, öylece yanımdan geçmişti. Belki de sadece o ruhun acısı dindiği için, ne yapacağını bilemeden buralara kadar gelmiş olmaktan ötürü, şimdi ne yapacağını bilmiyor gibiydi.
Sessizdi ve arabasına doğru ilerliyordu. Kapıyı ardımdan bırakırken, hissediyordum, aile kapılarımda bana bu şekilde kapandığını. Şayet yokluğum onların gözünde pek bir şey ifade etmeyecekti. Kaçıp, gittim sanacaklardı.
Ama, ruh eşimin ardından bakarken, güneş öylesine sancak kurup üzerimize son salınışını yaparken, sever mi beni demekten alıkoyamadım kendimi. Beni kendine çeken kokusunun içinde bir okyanus misali huzur dayatırken kalbimin çığ görmüş enkazına, beni boğmadan yüzeye çıkarıp bir hayat sunar mıydı?