İyi okumalar.
*
Tek bir cümlemle kendini bir hayal kırıklığın içine atan onun içinde büyüyen acı tat karnımın içinde dağılıyordu. Ama benim kadar berbat hissetmiyordur. Buna imkânı yoktu. Ben bu berbat duyguyu bir aydan fazla süredir taşıyordum kalbimin üzerinde, suskunluğumla.
Ondan yana taraf alan kurdum dönüştüğüm günden sonra bana karşı baskın davransa da ipleri kendi elimde taşıyordum. Eğer bu bedenin içinde var oluyorsa benim kalbimi sevmeliydi, beni anlamalıydı.
Onun için üzgünce ulumamalıydı. Kendini bir hiçin dalgalanmamış çınarın altında sevgiyi bulmuşçasına sevinmemeliydi. Önce bendim.
Bedeni bir başkasıyla fırçalanmış o kişi değil.
Öfkem, deli dolu hiddetimde bu yüzdendi. Neticesinde ben kaçmadan o kendisi kaçmıştı. Kaçmayı o da tıpkı benim gibi öğrenmiş olmalıydı.
Banyoya girerek kapısını örttüğünde, bende uzun süre olduğum yerde kalmaya devam ettim. Ayrılamadım yerimden. Üzerime saldığı kokusu ve ağırlığı öylesine baskındı ki, nasıl ona karşı konuştuğumu ben bile bilmiyordum. Sanki ona itaat etmem gerekiyormuş gibiydi. Kurdum o an söylediklerim için pençelerini bana geçirdiğinde gözlerimdeki yaşlar direndi. Onlardan daha güçlü durmaya çalıştım. Bir kez daha onun karşısında dumura uğramamak için.
Ama şimdi o yaşlar, gözlerimden sicim sicim akıyor ve akıttığı yerler tuzlu tadı almaktan ötürü kızarıp acıyordu. Burnumu çektim, damağımın artık titrememesi için. Çok mu zordu, en başından böyle gelmiş olması. Şimdi etkisinde kaldıklarıyla nasıl inanıyım, yağmur yemiş gönlümle nasıl kabullenirim sözlerine.
Sırtıma bırakıp da gittiğinde ben az önceki adamın üzerimdeki gölgesi ile az önceleri yaşıyor, hararet yemiş gönlüm uçmaya hazırlanır gibi vicdanıma yükleniyor savaşamadığım o yağışın içinde çok şey düşünüp kararıyordum.
Yanımda olsun istiyordum. Ona ihtiyaç duyuyordum. Keşke hiç mühürlememiş olsaydı beni. Şimdi nefesim onunla nefes olsun istiyordum. O öyle acımasız bir adamdı ki, tüm yaptıklarından sonra düştüğüm cemrenin içinde onun kurduma bağladığı eşleşmenin yaptığı çığlığı dinliyordum. Öyle zordu ki, kafamın içini kendi ellerimle parçalamak istiyordum.
Öylece kalamadım. İnadına yaptığım yemek hem bana hem ona zehir olmuştu. En az o da benim gibi dünden beri bir şey yememişti. Neticede benim yasım, acım kendimeydi.
Bu yüzden kollarımı sıvayıp onun ziyana uğrattığı ne varsa tekrardan yapmaya koyulmuş, düşüncelerimi olduğu yerde silkeleyerek bir kin gütmeden yapmıştım bunu. Ben acımasız biri olmak için fazla acı çekmiştim. En yakındığımdan yakınıyor da yakınıyorken, şimdi nasıl bedenden olan cana, canandan düşmüş olana böylesine bir zulüm yapamazdım.
Çok zor olacaktı ama onu sevmeden de alışabilirdim. Onun o zehirli meşk diline gözlerini yumaraktan da görmezden gelebilirdim. Neticesinde tamamen benim değildi, bende onun. Öyleyse onun bana yaptığı gibi yapamazdım. O kınadığımla var olamazdım. Acısı acımdı, acım acısıydı.
Şimdi kuracağım bu sofra, tövbemdi. Pek kimseler bilmese de o sofrada yerimin hiçbir zaman olmadığını çok iyi bilerek iyi dinlerdim. Sessiz büyüdüm, ama sesim hep içimdeydi. Babamın sesi, Jeongguk'a yaptığı öğütler hep benim kulağımın içindeydi. Evladı olarak kollarını bana sarmasa da başımı okşayıp şefkat göstermese de öğütlerini o an daldığım herhangi boşlukta sanki bana söylenmiş gibi dinlerdim. Ve babam, sofrada birleşen insanların yemekten çok kalplerini sindirdiğini söylerdi. Kırgınlıkları, hüzünleri, mutlulukları birleştirdiğini ve daha özel, güzel kıldığını söylerdi. Birlikte yenilen yemek kutsaldır. Ailecek yenilmiş yemek ise en kutsal olanıydı.