İyi okumalar.
*
Kim Taehyung
Tam tamına on beş gün olmuştu.
Jungkook yoktu. O, yoktu. Neredeydi? Kiminleydi? İyi değildi ama neden hâlâ gelmemişti? Ben bile onun hissettiklerinden daha az acı çekmeme rağmen dayanamıyorken o nasıl dayanıyordu bu acılara.
Sahiden de ölmeyi tercih ettiğini söylediğinde, ciddi miydi? Onu kendinden vazgeçmesine sebep olacak kadar çok incitmiştim. Onu kendimden koparmıştım. Her şey ama her şey çok farklı olabilirdi.
Öyle ki, kendimi artık sadece onunla olacak olan küçük hayallerin içinde huzurlu hissetmeye başlamıştım. Kurdumun isyanı ve yavaş yavaş benden uzaklaşması, konuşmaması ve gücümü benden yavaşça çekmesi, sadece Jungkook'a olan kalben doğan yaklaşımımla bir geri dönüt veriyordu.
Ve ben o hayallerin güzel olduğuna inanmaya başlamıştım.
Bundan ötürü onu her yerde aradım. Ailesinin evine bile gitmiş, odasında bulduğum bir tişörtünü alabilmiştim. Kokusu kalmamış gibiydi. Ama gözlerimi kapattığımda sanki oradaydı. Aklımın her bir köşesine kazılmış kokusu oradaydı.
Tatlı hanımeli kokuyordu, çayırlardan çıkıp geliyordu sanki.
İyi hissetmiyordum bu yüzden. O eğer yanımda olmasa, asla hissedeceğimi sanmıyordum. Bununla kendimden geçiyordum. Damgam sürekli yanıyor, kesiliyor ve sardığım o kısım, yaptığım büyük kusurumu gizleyemiyordu.
Kusurlarım gün yüzüne çıkıyor olsa gerekti, son zamanlarda sürekli sinirleniyor ve çalışanlara bağırıyor, Hoseok ile olan bu durum ise önceliğim olmaktan çıkıyordu. Ben dağılıyordum. Tek bir şeye yoğunlaşamıyordum. Kafamın içinde sürekli yankılanan his, benim olana olan özlemimle coşuyordu.
Bunun hangi ara çoğaldığını bilmiyordum. Sadece her fırsatta dalgınlaştığımda aklıma geliyor ve şimdide tamamen o oluyordu.
O dalgınlığım yine gün yüzüne çıkmış olacak ki, sabah toplantısından sonra önüme gelen yeni yemek menüsünü bile dikkatli inceleyemiyordum. İşimde her zaman disiplin olmak önceliğimdi. Ama öncelikler şimdimde yok olup bitmişti.
Sadece bir an nefesim kesildiğinde kendime gelebilmiş, ağrı kesici istemek için sekreterime çağrı bırakmıştım. Koltuğumda kendimi geriye yaslarken derin nefesler alıyor ve bu boğulduğum hissin geçmesini bekliyordum.
Uzak kaldığımız için mahvoluyordum, yoksa o mahvolduğu için mi böylesine kahroluyordum.
Kapı çalınmadan açılmış olmasına rağmen, gözlerimi açamamıştım. Bayan Sully'in masamın üzerine bırakmasını ve gitmesini bekliyordum. Bu halime birkaç gündür alışmıştı. Başta endişelenmiş ve aile dostumuzun evli bir genç kızı olarak, eğer doktora gitmezsem anneme söyleyeceğinin tehdini bile yapmıştı. Dediğini yapardı. Burada bana ablalık yapmayı seviyordu. Benden sadece bir yaş büyük olmasına rağmen.
Ama ona sorunumu söyleyemezdim. Ruh eşimi bulduğumu, onun erkek bir omega olduğunu söyleyemezdim. Nancy ile olan ilişkimi herkes biliyorken, parmağımda bir yüzük ile dolaşıyorken bunu söyleyemezdim. Eğer ailem bunu duyarsa, her şey daha karmakarışık olurdu. Olayı ilk önce benim sindirmem gerekiyordu.
Ve Jeongguk'a bu durumu izah edemezdim. Ona hiçbir şey söylememiş olmama kızabilir ve iş anlaşmalarımızı dahi fes edebilirdi. Bu durum ise Hosoek'un elimdeki işlerimi de benden alması demekti. Manasız düşmanlığı o başlatmış olsa bile, kazanmasına izin vermezdim. Aile şirketimizi batırmasına izin veremezdim. Çocukluğum olan bu şirketi, babamın erken emekliliğe ayrılarak bana emanet ettiği yeri asla vermezdim kimselere. Burası benim canımdı. Çocuğum gibiydi. Ve çocuğumu kaybetmem bile Jungkook'tan geçiyordu.