Karanlık ve sadece karanlık. Kendimi bile göremiyordum ama etrafı seyrettiği biliyordum. Tıpkı bir ruh gibiydim, vardım ama yoktum. Kendimde tek bir şey bile hissetmiyordum. Sanki tamamen yok olmuştum. Peki ya şu an bulunduğum durum neyin nesi? Yaşamla ölüm arasındaki sınırda mıydım? Yoksa öldüm mü? Olabilir. Ah hayır, bana beklenilen hakan olduğum söylendi. O zaman benim bu sonsuz ve karanlık boşlukta ne işim var? sessizlik, başından beri buradaki en sevdiğim olaydı zira başımın sızısı yok olmuştu, bedenimdeki en çokta sırtımdaki sızılar yok olup gitmişti. Gerçi şu an başımın veya bedenimin varlığından bile şüpheliydim. Bir ses geliyordu, bir fısıltı. Ne dediği konusunda hiçbir fikrim yoktu ama uzun sessizliğin ardından gelmesi beni heyecanlandırmıştı. Dur bir dakika kalbimi hissediyordum şimdi. Sıcaklığı ve atış sesleri. Ses giderek yaklaşıyordu ve sesin yaklaşma hızıyla birlikte göğsümü oradan kollarımı ve ellerimi hissetmeye başladığımda ses artık yanı başımdaydı, ''kalk!'' emrediyordu. Onu göremiyordum ve henüz bacaklarımı hissetmiş değildim. ''kalk!'' dedi bir kez daha ruhani erkek sesi. Gözlerim mi kapalıydı yoksa gerçekten de etraf sonsuz karanlık mıydı?
''Ayağa kalk seçilmiş olan. Yeryüzü senin doğumunu bekliyor.'' Ne de güzel sesin vardı senin. Ama göremiyordum seni. Kimsin bilmiyorum ama ayaklarımı hissetmiyorum.
''kalk yüce hakan!'' ve şimdi karnımdan aşağıya doğru ilerleyen sıcaklığı hissettiğimde dizlerimi ve oradan da ayaklarımı hissetmiştim. Ayak parmaklarıma ulaşan bu sıcaklık beni mutlu etmişti. ''kalk ayağa yeryüzünün hükümdarı!'' evet şimdi kalkmamak için bahanem yoktu. Ayağa kalkmak istediğimde bir anda etraf aydınlandı ve sanki yerde yatıp, yer beni ayağa kaldırmış gibi olan hissiyattan sonra olduğum yeri yeni fark etmiştim. Buz gibi taşların orantılı bir şekilde dizilmiş olan bir yerdi burası. Etrafa yayılan beyaz bir ışık vardı ama o kadar da güçlü değildi. Başımı kaldırdığımda ne bir pencere ne bir tavan ne de bir açıklık görebilmiştim. Etraf olabildiğince kapalı ve her yer, yerdeki gri, siyah taşlardan yapılmaydı. Çıplak ayaklarım buz gibi zeminde rahatsız olurken sırtıma vuran beyaz ışığa döndüm. Gözü rahatsız etmeyen bu ışık beni çağırıyormuş gibi hissettirdiğinde ayaklarıma emir vermeden başladılar yürümeye. İki yön vardı, biri şu an gittiğim ve diğeri arkamda bıraktığım karanlıktı. Biri aydınlık diğeri karanlığı temsil ediyordu. Benim yolum aydınlıktı.
Yolun ilerisinde altın renginde ağaç dallarına benzeyen şeylerle karşılaştım, yollar ve duvarlar tamamen kaplanmış; dallanmıştı. Önümde duran dalın üzerinden atladım ve ilerlemeye devam ettim. Gittikçe çoğalıyorlardı bunlar ve ışık daha da artmaya başlıyordu. Yüzüme vuran ışık beni iyileştiren bir büyü gibiydi ve tuhaf olan gözlerimi almıyordu. Dikkatim o kadar dağınıktı ki belime sarılı duran ve dizlerimin biraz üzerine kadar uzun olan beyaz kumaş parçasını yeni fark etmiştim. Belimde altından bir kemerle tutulmuştu, önümde bir parça arkamda bir parça vardı. Hayretle belimdeki altın kemere dokunduğumda üzerindeki anlam veremediğim desenleri beni benden almıştı. Çok güzeldi. Dikkatim nasıl da hemen dağılmıştı. Yoluma devam etmeliydim. Adımlarımı yeniden planladığım sırada yerdeki dallar hareket etmeye başlayıp uzayıp giden tek kişilik bir yol açtılar bana. Önüm bomboştu ama etrafım ve geriye kalan duvarlar tamamen altın rengi dallarla doluydu. Ayaklarım yine beni dinlemeden başlamıştı adımlamaya. İlerledim ve ışığın kaynağına daha da çok yaklaştım. ''hoş geldin'' bu yine o sesti, bana 'kalk!' diyen. Ve bir ağaçtı. Hayretler içerisinde görmüştüm onu. Oradaydı, gövdesine en fazla yetmiş adım uzaktaydım. Bu mesafeden saçtığı ışık her yerimi beyaza bürümüşse de gözlerime zarar vermiyordu. Açabildiğim kadar açtım gözlerimi. Aptal kalbim yerinde durmadan göğsümü zorluyordu, sanki bırak ta ağaca sarılayım dermiş gibi. Çok güzeldi; gövdesi ve dalları altından yaprakları ise bembeyazdı ve etrafa ışık saçıyordu. Kocamandı ve toprağa dair bir şey yoktu tamamen taş zeminin üzerinden yükseliyordu. Onun yanında bir karınca kadar küçüktüm. ''hoş geldin!'' dedi bir kez daha. Bu ses ondan geliyordu zira etrafta başka hiç kimse yoktu. ''hoş bulduk'' dedim cılız bir sesle.
![](https://img.wattpad.com/cover/306830499-288-k677088.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAROBİS (TAMAMLANDI)
FantasíaBir krallık düşer, bir diğeri yükselir. Ancak bu savaş, kanla değil; sırlarla, ihanetlerle ve feda edilen canlarla yazılacak. Buzlarla kaplı topraklardan yükselen bir isyan, yeryüzüne meydan okuyor. Herkesin kaderi, gizemli bir ada ve orada saklanan...