Sinirlenmem gerek...
Tabii! Sınıfta benimle konuşan tek kız. İsmini unuttum... Her neyse, o bir cadı. Kolyemi istiyor. Ve Niki onu tehdit etti. Ama öncesinde benimle konuşmak için yanıma gelen Yujin'le de konuşmaya çalıştı. Hem de bir anda samimi bir şekilde...Benim maknaem ile bir anda samimi konuşmalar, ne yapacak? Onu mu kullanacak? Bu sayede kolyemi alacaktı. Saçlarını pas pas yapasım var!
Mumun fitiline dokundum ve yanışını seyrettim. Başardım!
Ama artık kolyemin rengi fazla belli olmuyor. Yani oluyor ama eskisi kadar parlak değil.
"Sol serçe parmağından bir damla kan damlat üstüne."
Sen de anca emir ver...
Yanımda ki dolabın sivri ucuna parmağımı götürdüm. Bende bunu yapacak cesaret yok ki...
Parmağımı bastırdım ve acı ile geri çektim. Umarım fazla ses çıkarmamışımdır...
Parmağımdan zorla akan kanı ateşin üstüne damlattım.
Yere attığım yara bantlarından bir tanesini alıp parmağıma yapıştırdım.
Şimdi ne olacak?
"Mumu üfle. Sonra istediğini yap. Ama ipin kopmasını engelle. Bağı koru."
"Onu nasıl yapacağımı söylesen..." ~Cheonsa
"Zorda kalırsan söyleyeceğim duygu cadısı."
Dalga geçiyor, değil mi?
Mumu üfledim ve depodan çıktım. Kapıyı kapatıp merdivenlerin bir kaç basamağını çıktıktan sonra oturdum.
Yara bandı yapıştırdığım parmağıma baktım. İnce bir iple atılmış küçük bir kurdele düğümü vardı. Dikkatli bakmadıkça kayboluyordu ip. Yani ipi düşünerek bakmadığım sürece göremeyeceğim.
İyi...
Bu ip efsaneye göre asla kopmaz. Ama bizimki lanet. Lanet olduğu için kopacak... İp kopsa bile mühürlü değil miyiz?
"Imm... Kan... Başka bir kız daha var. Kanı güzel kokuyor... Sivri sinekler bile peşini bırakmıyordur. Sence de öyle değil mi hyung-nim? Onun kanını içmek istemiyor musun? Çok güzel kokuyor... Sen içmesen bile ben içeceğim."
Bir erkek... Sesi kalın değil ama korkutucu bir tonu var.
"Cheonsa, kaç!" ~Heeseung
Oturduğum merdivenlerden kalkıp okulun kapısına doğru hızla koşmaya başladım.
Tam önüme ışınlanmıştı. Bende aniden duraksadım ve kütüphaneye doğru koşmaya başladım. Yine önüme ışınlanınca durdum. Resmen benimle oyun oynuyor.
"Off... Ben koşayım, sen ışınlan. Oldu! Var mı öyle paşa keyfi?" ~Cheonsa
"Ne?"
"Diyorum ki, beni yakalayacaksan güçlerini kullanmaman gerek. Tabii, güçlerin olmadan beceriksizsen bilemeyeceğim." ~Cheonsa
"Deli bu kız..." ~Heeseung
"Ne diyorsun sen?! Ne demek beceriksiz?! Seni güçlerimi kullanmadan bile yakalayabilirim!"
"Yakala o zaman. Ama önce, 10 saniye say, ben kaçayım, sonra beni yakala. Sonuçta sen güçlerini kullandığın için yorulmasanda ben yoruldum. Hile yapmak yok." ~Cheonsa
"Tamam, sayıyorum."
Aptala bak, kabul etti cidden.
Hızlıca bahçeye koştum. Okulun duvarlarının arasına saklandım. Burada beni bulmasına imkan yok. Üstelik bu yağmurda ıslanmıyorum da.
Koşarak bahçeye geldiğinde etrafına bakınmaya başladı. Beni göremeyince sinirlenmiş olmalı ki daha hırslı bir şekilde bahçenin ilerisine gitti.
Bende sessiz ama hızlıca tekrar içeri girdim. Kan içemediği için yorgun düşen Heeseung'a doğru koşup, yanına çömeldim.
"İyi misin?" ~Cheonsa
"Cheonsa, aptallaşma! Ben sana ne dedim? Gitmen gerek." ~Heeseung
"Sonra ne olacak? Ayakta duracak halin yok." ~Cheonsa
"Bu yüzden gitmelisin... Kendimi zor tutuyorum... Git." ~Heeseung
"Dolabın... Dolabında hiç ilaç ya da kan yok mu?" ~Cheonsa
"Yok. En son Sunghoon aldı dolabımdakileri. Fazla vakit kaybetme, git." ~Heeseung
"Ama sen-" ~Cheonsa
Kafasını diğer tarafa çevirdi ve oturduğu yerden kalkıp yanındaki kütüphanenin kapısından içeri girerek kapadı.
Kapıyı zorlasamda açamıyorum. Burada vakit kaybetmem de kötü çünkü şu aptal gelecek. Ama giremiyorum işte!
"Heeseung!" ~Cheonsa
"Sana zarar vermek istemiyorum..." ~Heeseung
Bir şey diyemedim. Kaldım öylece. Sonra da aklıma gelen fikirle merdivenlerden koşarak çıktım. Sıra sıra şifresini bildiğim üç dolaba bakacaktım.
Sunghoon'un dolabının şifresini şans eseri öğrendim. İşe yarayacağını düşünmemiştim ama yarıyor demekki.
Dolabı o kadar dağınık ki...
Ama burada yok. Zaten o Heeseung'dan aldıysa buraya bir daha niye koysun?
Sunoo'nun dolabını vakit kaybetmeden buldum ve açtım. Gözlerim kendi kendine tarama yapıyordu adeta.
Küçük bir kutu ilaca benzer haplar bulduğumda içinden bir tane aldım ve dördüncü kata çıktım.
Sağdaki dolaplara yöneldim ve Niki'nin dolabını bulup, şifreyi girerek açtım.
Niki bu dolabın hali ne?! Burada ne bulabilirsin ki?! Ben burada kendimi kaybederim! Sunghoon'un dolabından beter!
Kitapları alt üst etmiş, üst rafa bakmıştım. Ama içimde bir his vardı, atladığım bir şey vardı ve ben bunu düşündüğüm için Niki'nin aşırı dağınık dolabına bakıyorum.
Bir an gözüm dolabın kapağına kaydı. Cepler vardı. Elimi ceplerden birine attığımda, bir şeyin gelmesi ile çektim.
Elimdeki şeye baktığımda küçük bir kan paketi olduğunu anladım. Dolabı büyük bir mutlulukla kapatarak aşağı koştum dikkatli bir şekilde.
Şu merdivenlerden bir gün yuvarlanarak ineceğim ama bakalım...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MOON ⚜ ENHYPEN × &TEAM ✔
Fanfiction𝐾𝑒𝑛𝑑𝑖𝑛𝑖 𝑏𝑒𝑙𝑙𝑖 𝑒𝑑𝑒𝑛 𝑘𝑎𝑟𝑎𝑛𝑙ı𝑘... 𝐻𝑎𝑟𝑒𝑘𝑒𝑡 𝑒𝑡𝑚𝑒𝑚𝑖 𝑒𝑛𝑔𝑒𝑙𝑙𝑒𝑦𝑒𝑛 𝑒𝑙𝑙𝑒𝑟 𝑏𝑒𝑛𝑖 𝑠ı𝑘ı𝑐𝑎 𝑡𝑢𝑡𝑢𝑦𝑜𝑟. 𝐴𝑔̆ı𝑟 𝑏𝑖𝑟 𝑘𝑜𝑘𝑢 ℎ𝑒𝑟 𝑦𝑒𝑟𝑖 𝑠𝑎𝑟𝑚ı𝑠̧, 𝑘𝑎𝑟𝑎𝑛𝑙ı𝑘𝑙𝑎 𝑢𝑦𝑢𝑚 𝑖𝑐̧𝑖𝑛𝑑𝑒...