35. Bölüm

151 17 82
                                    

Bir süre hareket etmedim. Ne için böyle kalmamız gerekiyordu ki?

Böyle bir durumda çok yanlış düşünüyor ve hissediyorum...

"Heeseung... Artık..." ~Cheonsa

"Biraz daha, çok azıcık daha... Soğuk muyum?" ~Heeseung

"Ne? Hayır. Değilsin. Yani, bilmiyorum. Hissetmiyorum." ~Cheonsa

"Öyleyse, biraz daha sarılabilir miyim? Biraz daha böyle kalalım." ~Heeseung

O iyi mi? Bunlar, pek ondan beklenecek sözler, istekler değil.

"Tamam ama... İyi misin?" ~Cheonsa

"Evet, evet... Şu an çok iyiyim." ~Heeseung

Garip geliyor...

"Sana sarılmam mı? Sana sevgi göstermediğim için mi? Özür dilerim..." benden ayrılıp bir adım uzağıma gitti. Ne için özür diliyor?

"Ne? Hayır, hayır. Sadece... Yani... Durum ortada... Beklemiyordum..." ~Cheonsa

"Hadi, seni saklamalıyız." ~Heeseung

Neden öyle dedim ki? Benim yüzümden... Harikayım! Aferin sana Soya! Aferin!

Kendime içimden kızarken, hızla yürüyen Heeseung'ı takip ettim. Buranın camlarından bakınca çok seçilemesede zombiler yüzünden çıkan kargaşayı fark edebiliyordum.

Sooje aklıma geldikçe gözlerim doluyor. Onları tamamen öldürecekler mi? Ama bu onların suçu değil ki. Neden kimse onlarla savaşmak yerine bir şeyler yapmıyor? Bunu biri planladı. Üstüne avcı denen şu adamları çağırdı. Bunlar tesadüf değil... Olamayacak kadar şüpheli.

Arkadaşıma bir şey olmasını istemiyorum. Buna izin veremem. Ama yapabileceğim bir şey de yok... Güçlerimi kullanabilseydim her şey daha farklı olurdu.

O beş kişiyi öldüren vampiri ilk gördüğümde bir şeyler yapabilirdim. Bu sayede kimse benim cadı olduğumu öğrenmezdi. Şu an saklanmak zorunda kalmazdım. Bende birilerine yardım ediyor olurdum. Sooje için bir şeyler yapabilirdim...

Bu kadar beceriksiz, şanssız doğmak için ne yaptım? Lanet mi bu? Daha iki ayağımın üzerinde bile duramıyorum. Herkes bunu mecaz anlamda söylerken, ben gerçek anlamını kullanıyorum. Ne yapsam kötü bir şeyle sonuçlanıyor. Tek şansım çevrem... Çevremkilerin iyi olması. Bir ailemin olması. Öncekini kaybetsem de... Onları da bu şekilde tehlikeye atıyorum. Belki de avcılar Heeseung ışınlanınca fark ettiler ve şu an onun peşindeler. Kendimi bir yerden atmak istiyorum! Fazla geliyor! Bedenim, düşünceler, her şey çok ağır!

"Yaa... Neden ağlıyorsun?" beni bir kenara çekerken sordu.

"Ağ-ağlamıyorum... Bir anda oldu. Öyle... Akmaya başladı. Fazla stres yaptım herhalde." ~Cheonsa

"Peki... Öyle olsun. Şuradaki dolapları görüyor musun? Oradaki tek açık dolap, en ortadaki. Onun içine girecek ve saklanacaksın. Sesini asla çıkarmayacaksın. Birimiz gelip seni alacağız. Uzun sürebilir. Korkma, tamam mı?" ~Heeseung

Kafamı aşağı-yukarı salladım. Tamam demek doğru olandı ama benim için yalandı. Korkuyorum... Şimdiden.

Benim için geniş sayılabilecek dolabın içine girdim ve bacaklarımı kendime doğru çektim.

"Ne olursa olsun, buradan çıkmayacaksın. Bana söz ver." ~Heeseung

"Söz." dedim kendimden emin bir şekilde. Cidden sözümü tutabilir miydim ki? Tutamayacağım bir söz vermemeliydim...

"Tutacaksın. Tutmazsan... Seni ısırırım." dedi, bana gayet ciddi bir şekilde bakarken ve dolabın kapağını kapadı.

Bir şey diyemezdim. Her şey korkutucuyken, onun bu hali daha da korkutucuydu.

Bekledim, bekledim, bekledim... Dolabın üzerindeki öne eğimli 3 ince boşluğundan uzun bir zaman olduğunu anlayabiliyordum. Yansıyan güneş, gölgeyi benim önümden alıp, artık göremeyeceğim bir yere götürmüştü.

En sonunda bir bağırtı doldu kulaklarıma; "Lütfen!! Yapmayın!!"

Hızlı ayak sesleri duyuyordum. Koşuyordu sanırım. Peşinden, daha sakin, bir kaç farklı ayak sesi daha duyuyordum. Bu koridordalardı.

Gerildiğimden, nefes alış-verişim hızlanmıştı. Duyulmamak için, ellerimi ağzımı ve burnumu kapatacak şekilde yüzüme koydum.

"Bırakın peşimi! Ben kimseye bir şey yapmadım! Yalvarırım!"

Sesi artık daha yakındı. Koşarken ki adımları nerede olduğunu anlamama yardım ediyordu. Büyük ihtimalle bir kaç saniye içinde önümden koşarak, hızlı adımları ile geçecekti.

Tam karşımdaydı. Durmuştu. Ayakkabılarını ve bacaklarının bir kısmını görebiliyordum dolabın kısık aralıklarından.

"Ben kimseye zarar vermedim. Evet, herkes benim bir vampir olduğumu biliyor. Ama insan kanı içmiyorum. Okul bize hayvan kanı veriyor. Bunu sizler de biliyor olmalısınız. Lütfen, bırakın beni. Peşimi bırakın. Mühürlüm var, onun yanına gitmeliyim. Onu yanlız bırakamam. O da her ne kadar bir vampir olsada çok korkak bir kızdır. Lütfen... Yalvarırım! Bırakın! Gelmeyin! Size gelmeyin dedim! Kız arkadaşımın yanına git-!"

Gördüğüm şey ve duyduğum ses ile elirimi daha sıkı bastırdım. Korkudan ağlamaya başlamıştım. Belki de ses bile çıkarmıştım. Belki değil, kesin ses çıkarmıştım.

Bir silah sesi duydum, normal silah sesinden farklıydı. O anda önümdeki ayaklar önce yavaşça dizüstü çöktü. Sonra bedeni ile birlikte yere yığıldı.

Bedeni çok geçmeden tozlaşmıştı. Onu öldürmüşlerdi. Avcılar bunlar olmalıydı. Söylediklerini bile dinlemeden, onu öldürdüler. Şimdi mühürlüsü olan kız... O da ölecek. Hemde acı çekerek.

Çoklu adımlar tekrar harekete geçti. Biraz daha bana doğru yaklaştıklarında, neredeyse hepsinin sesi kesilmişti. Galiba artık bir kişinin ayak seslerini duyuyordum.

Ağladığım için bulanık gören gözlerimle dolabın aralıklarından bakmaya devam ettim. Tek gördüğüm, tozlardan sonra kalan kıyafetler ve üstündeki gümüş mermiydi.

Hemen önümde duran ayaklarla, ağlarken gözlerimi sım sıkı kapattım. Artık korkudan titriyordum. Beni fark etmiş olmalıydı. Benim de sonum o vampir gibi olacaktı.

Heeseung...

Dolabın kapağı açıldı ve bir dizinin üstüne çökerek, bir kaç saniye boyunca ağlayan bana baktı. Ellerimi yüzümden çekmiştim. Artık bir faydası yoktu. Benim cadı olduğumu da biliyor olmalıydı. Ölecektim. Bu yolun sonuydu.

"Ne kadar da büyümüşsün... Seni en son gördüğümde yedi yaşına girmene iki ay kalmıştı. Yılbaşında görüşmüştük. Korkma... Gel hadi. Çık oradan." yüzündeki buruk gülümseme ile, elini bana uzattı.

MOON ⚜ ENHYPEN × &TEAM ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin