28. Bölüm: Bıçak.

32 7 97
                                    

Tüm gün evde yatmaktan başka bir şey yapmıyordum. Aklanana kadar doktorluk görevime geçici bir süre ara verilmişti. Resmen depresyondaydım. Hiçbir şey umrumda değildi. Tek derdim bebeğimin iyi olmasıydı.
Nezarethanedeyken Seda bana numarasını söylemişti. Onunla bir daha konuşamadığım için hapse girip girmediğini bilmiyordum. Telefonumu elime alıp ezberimde olan numarayı tuşladım.

"İyi günler! Aradığınız numara Seda'nın telefonu, bu ise Seda'nın sesi. Ne için aradıysan çabuk söyle ya da mesaj at, ben meşgul bir insanım!"
Sesini duyduğum anda gülümsedim.

"Seda, ben Ezgi." dediğimde gülmeye başladı.

"Ezgi, şu kafesteki Ezgi mi?" dedi. Nezarethaneyi kastediyordu.

"Ta kendisi." dedim. "Sen nasıl girmedin içeri?"

"Valla orasını avukatıma sor, çünkü bende bilmiyorum. Asıl senin iş ne oldu?" dedi.

"Mahkeme ertelendi. Delili daha ayrıntılı inceleyeceklermiş."

"Ne delili kız, sen delil yok demiştin?" dedi.

"Benim sana anlattığım adam vardı ya, Zahit. O geldi salona, bıçağı nereden bulduysa çıkardı verdi. Ama büyük ihtimal sahte çünkü kan kuru değilmiş."

"Oha, olaya bak!" dedi gülerek. Böyle olaylar hoşuna gidiyordu.

"Sonra DNA testi yaptılar, benim parmak izin çıktı. Hangi cehennemden bulup koyduysa bıçağa..."

"Eee?"

"Öyle olunca hakim bana müebbet verdi-"

"Nasıl? Sen ömür boyu orada mı yatacaksın!" diye bağırdı.

"Evet, yani hayır. Ben bunu duyunca bayılmışım, burnum kanamış, ateşim falan çıkmış. İkinci kez oldu üstelik... Hakim de erteledi böyle olunca. Çok stres yaptığım için ve sürekli ateşim çıkıp bayıldığım için erken doğum riski oluşmuş."

"Ezgi, sen dertleri mıknatıs gibi çekiyorsun!" dedi heyecanla.

"Korkmuyor değilim aslında, bebeğim için..."

"Korkma be hastane güzeli, benim bir arkadaşım vardı. Anam babam kaşım gözüm bir şeyler oldu, yekten ama. Bu bebek kesin erken doğumdan ölecek demiş doktorlar. Lan, karı kırk bir haftalıkken doğum yaptı. Bebeği de bakıcıya bırakıyorlar, gamsız gamsız dünyayı geziyorlar şimdi hayırsız kocasıyla, kodamanlar."

"Bende kodaman sayılırım, sende." dedim gülerek.

"Yok be, onlar ayrı."

"İçtin mi sen?" dedim gülerek ve bu kadar saydırdığını farkedince.

"İki tekila, bir viski dışında hayır." dedi. "Erken başladığım için kokteyl ile idare ediyordum şimdi."

"Afiyet olsun sana, benim yerime de iç." dedim.

"Yeter ki iste prenses." dedi. "Bu arada, ikimiz de anasız babasız büyüdük ama, senin o karnındaki velet çok şanslı, ben söyleyeyim."

"Bende." dedim gülümseyerek ve karnıma dokunarak. "Bende çok şanslıyım."

"Kız, beni de evlat edinsenize siz ya." dedi. "Gerçi yurttan kaçalı çok oluyor ama."

"Aşkım!" dediğini duydum Evgin'in. Alt kattan bana sesleniyordu.

"Seda, benim kapatmam lazım. Kaydet bu numarayı, istediğin zaman ara."

"Her fırsatta arayacağım!" dedi ve kapattı. Ayağa kalkıp kapıya yaklaştığımda Evgin hızlıca kapıyı açtı.

"Hayatım, ne oldu?" dedim onu telaşlı görünce.

"Bıçaktaki kan yeni ve amcana ait!" deyince donakaldım. "Ama seninde kanın var!"

"Ne?" dedim hareket etmeden. "Yaşıyor mu?"

"Kesin değil ama, sanırım evet." deyince nefeslerim hızlanmaya başladı.

"Ben bunca yıldır boşuna mı çile çekiyorum?" derken aklıma geldi. "Nasıl benim kanım var-"

"Bilmiyorum ama senin kanın kurumuş, eski yani."

"Peki o parmak izi?"

"Dokunduğun herhangi bir eşyadan almış olabilir." deyince düşünmeye başladım.

"Nasıl oldu bu?"

Akşam olmuştu. Savaş, Barış, Sasha ve Büge bizim eve gelmişti. Evin koskoca salonunda kara kara düşünüyorduk.

"Bıçakta iki kişinin kanı var, benim ve amcamın." dedim volta atarak. "Benim kanım kuru, ama amcamın değil. Yani benimki eski, onunki yeni. Parmak izimde var. Nasıl oldu bu?"

"Sen onu bıçaklarken elin kanıyordu belki, olamaz mı?" dedi Savaş.

"Olabilir ama amcam büyük ihtimal hayatta." dedim ve Barış'a döndüm. "Zahit görüşte bir şey dedi mi?"

"Ben sıkıştırdım onu ama adam nuh diyor peygamber demiyor. Şerefsiz."

"Bulacağım..." dedim kararlılıkla.
Diğerleri birbirleriyle konuşup olayı çözmeye çalışıyordu.

Gece yarısı olmuştu, herkes eve gitmişti. Hâlâ mantıklı bir şey bulamamıştık. Her şey benim elimdeydi. Yatakta dönüp dururken Evgin'le göz göze geldik.

"Aşkım, uyu artık." dedi gülümseyerek. Sırtını yatağın başına dayamış, oturuyordu. "Çözeceğiz, bulacağız bir yolunu."

"Uyuyamıyorum." dedim. "Kabus görmekten korkuyorum, kafam çok dolu..."

"Ben buradayım." dedi ve beni kendine çekti. "Biraz olsun uyu."
Ona sarıldım ve gözlerimi kapattım. Hemen uyumuşum.

Sabah erkenden kalkıp hazırlanmaya başladım.

"Aşkım, ben okula gidiyorum!" diye seslendi Evgin. Hızlıca onun yanına gittim.

"Görüşürüz aşkım!" deyip onu öptüm. Bende çantamı alıp çıkarken beni durdurdu.

"Sen nereye gidiyorsun?" dedi.

"Hiç." dedim. Gidecekken yine durdurdu ve güldü.

"Nereye ya?" dedi.

"İşim var." dedim ve arabamın yanına yürümeye başladım.

"Başını belaya sokma!" diye bağırdı arkamdan.

Bir saat geçmişti. Gizlice cezaevinin kapısını gözetliyordum. Elbet gelecekti... Görsem tanır mıydım bilmiyorum ama orada beklemeye devam ettim. Telefonumu sessize aldığım için biri aramış mı diye kontrol ettim. Evet. Evgin yedi kere aramıştı.

"Efendim aşkım?" dedim onu geri aradıktan sonra.

"Meraktan çatlatacak mısın sen beni? Nerede olduğunu söyle bari."

"Söyleyemem..." derken onu gördüm. Gözlerime inanamadım ilk önce. Yıllar önce bıçaklayıp öldü sandığım adam, elini kolunu sallaya sallaya Zahit'le plan yapmaya geliyordu.
"Evgin,"

"Söyle bir tanem."

"Akşama Barışları çağır, eve gelsinler." dedim. Dikkat çekmemek için sessiz konuşuyordum.

"Neden?" dedi. "Aşkım, neler karıştırıyorsun?"

"Akşam her şeyi anlatacağım. Sırrı çözdüm."

Kayıp HayatlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin