Duş alıp mutfağa geçtiğimde Vincent'ı kahvaltı hazırlarken buldum. Ayaklarım birbirine dolandığı için yere kapaklanmaktan son anda kurtulduğumdan bahsetmiyorum bile.
Bir süre öylece durup kendini ciddiyetle yaptığı işe vermesini izledim. Tanrım! Adam zaten yeterince kusursuzdu. Ancak üstünde sadece hareket ettikçe gerilen kaslarını rahatlıkla dikizleyebileceğim koyu renk kotu ile yalın ayak Vincent ve mutfak birleşimi kesinlikle öldürücüydü. Kendime gelmek için; birkaç dakikaya, derin nefesler almaya ve bir rüya görmüyor olduğuma ikna olmak için birkaç çimdiğe ihtiyaç duymuştum.
Kesme tahtasının üstünde elma dilimlerken sanki bana özel bir striptiz şovu yapıyormuş gibi resmen ağzımdan salyalar akıtarak izliyordum onu. Bir an kafasını kaldırıp bana göz kırptı ve "Günaydın uykucu." diye takıldı. Tekrar işine dönmeden önce yüzünde, üstümde bıraktığı etkinin gayet farkında olduğu hınzır bir gülümseme vardı.
"Günaydın." derken sesimin bir cızırtıdan ibaret olması normaldi çünkü beynim tüm frekanslarını kaybetmişti belli ki. "Uyanmışsın?" diye sormam da bunun en büyük kanıtıydı.
"Sabah oldu genelde sabahları uyanırım."
"Arada bir uyuyakalmalısın. İyi gelir, güven bana biliyorum çünkü ben her sabah yapıyorum."
"Bu konuda çok başarılı olduğunu kabul etmeliyim." demesine sırıtarak karşılık verdim.
Nihayet beynim tekrar -en azından adım atma komutunu gerçekleştirebilecek kadar- çalıştığında kahvaltı tezgâhının önündeki taburelerden birine oturdum.
Vincent elmaları doğramayı çoktan bitirmiş tezgâhın üstündeki geniş cam kaba koymuşken portakallara geçmişti bile.
Kabın içindeki çilekleri, armutları ve elbette elmaları görebiliyordum. "Ne yapıyorsun?"
Bana attığı bakışın altında yatan şeyin zekâmı sorgulamak olmadığını umduğum sırada, "Kahvaltı hazırlıyorum." diye karşılık verdi.
"İyi de sen kahvaltı yapmazsın ki?"
Bu kez bakışları cidden korktuğum gibiydi işte. "İyi de sen yapıyorsun." deyip birkaç dakika arayla ikinci kez nutkumun tutulmasına sebep olduğunda, zekâmı sorguladığından şüphe etmemin de bir önemi kalmadı. Kalbimin mutlulukla sıkıştığını ve midemin taklalar attığını hissettim sanki.
Bir an aval aval ona bakıp gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım sadece. Dilimlediği portakallardan bir tane alıp ağzıma attığım sırada bana attığı ters bakışlara sırıtarak karşılık verdim. Çünkü ondan özür dilememden ne kadar hoşlanmıyorsa, teşekkür etmemden çok daha az hoşlandığını deneyimlemiştim.
Her şeyi sorgulamadan kabul etmemi bekliyordu, ne verirse normal sayıp, almamı. Maddi olmadığı sürece sorun değildi, çok daha fazlasını isteyebilirdim ve ondan da fazlasını ona zaten çoktan vermiştim.
"Bunu yapmak zorunda değilsin." dedim. "İşe giderken yolda bir şeyler alabilirim."
"Kesinlikle hayır." diyerek kestirip attı konuşmayı.
"Ben ciddiyim."
"Ben de öyle. O yolda alırım dediğin hiçbir şeyi almadığından eminim. Sürekli geçiştiriyorsun ve hala o göbeği eski formuna sokamadın." dedi gözlerini karnıma dikerken.
"O hafif çıkıntıdan neden hoşlandığını biliyorsun değil mi?" diye sordum.
Yaptığı işten kafasını kaldırmadan, "Nedenmiş?" diye sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntikam Kırmızısı
RomanceGeçmiş peşinizi bırakmazken, gelecekten ne bekleyebilirdiniz ki? Hiç bir şey! Geçmişinizle, geleceğiz arasında kalırdınız. En kötüsü de bazen peşinize düşen bu geçmişin farkında bile olmazdınız... (Yetişkin içerik)