İşler zorlaştığında kendi içime dönerdim ben hep. Tıpkı evime dönmek gibiydi bu. Çünkü kendimi orada güvende hissediyordum ama fark etmiştim ki ev fikri benim için uzun zaman önce yok olmuş; o ev çoktan Vincent halini almış meğer...
Fırtına koptuğu zaman hep sığınağım olmuştu. O, olmadan kendimi kaybolmuş hissediyorum ve ne kadar denersem deneyeyim ne bittiğine, ne de geri dönmeyeceğine inanmak istemiyordum.
En sonunda Grace gelip odamın perdelerini sonuna kadar açıp da bana ters bir bakış atıp, "Artık uyanman gerek." derken aradan kaç gün geçtiği ile ilgili hiçbir fikrim yoktu.
İçeriyi dolduran gün ışığı gözlerimi yakıyor, baş ağrımı katlanılmaz bir seviyeye çıkarıyordu.
Kafamı soktuğum yastığımın altından, "Git buradan." diye homurdanmama tıpkı Edwin gibi aldırış etmedi.
Ona bakmasam da ayak seslerinden tepemde dikildiğini anlayabiliyordum.
"Bu kadar yeter Scarlett." dedi. "Tam bir haftadır o lanet yataktasın, kokuyorsun ve muhtemelen artık bir anoreksiya kadar zayıfsın."
"Beni yalnız bırak."
"Artık olmaz."
Yastığı kafamdan çekip ona ters bir bakış atmak istedim ancak güneş ışığı benim için hala çok fazlaydı. O yüzden yüzümü buruşturmakla kalıp, "Sadece zamana ihtiyacım var." dedim.
Gözlerini bana dikti ve "Ne kadar zamana?" diye sordu.
Muhtemelen sonsuzluktu ancak bu konuda ona dürüst davranacak değildim tabii.
Ancak sessizliğim yeterince net bir cevap olmalıydı.
"Pekâlâ." dedi. "Sana sadece bir gün daha veriyorum. Bu da kendini yarına hazırlaman için. Çünkü gelip seni zorla da olsa o yataktan kaldıracağım ve yemin ediyorum ki bir duşa sokacağım."
Hiç sanmıyordum. Ancak ertesi gün geldiğinde yanında Edwin'de vardı ve cidden beni zorla kaldırıp, banyoya kapatmışlar ve bir duş almamı buyurmuşlardı.
Banyoda boş boş vakit geçirmeyi ve onları yıldırmayı denedim. Ancak işe yaramadı.
Bir süre sonra aynadaki görüntüme takıldı bakışlarım.
Tanrım!
Gözlerimin altındaki koyu gölgeler sanki günlerdir uyumuyormuşum gibi görünüyordu. Tenim solgun, cılız saçlarım karman çormandı. Ruhumu kaybetmiş gibiydim ve bunun en büyük kanıtı gözlerimin ışıltısını yitirmiş olmasıydı.
Günlerdir giyindiğim üstümdeki tişörtü çıkarttığımda nefesim kesildi resmen, tüm kemiklerim rahatlıkla sayılabiliyordu. Zayıflık konusunda Grace'in dediği kadar vardım.
İstemsiz bakışlarım duşa kaydı ve derin bir iç geçirdim. Amacım ölmek değildi. Sadece unutmaya çalışmaktı ancak belli ki biri olmadan diğeri de olmayacaktı.
Duştan sonra Grace'in yatağın üstüne benim için bıraktığı kıyafetlerimi giyindim ve zorlanarak günler sonra odamdan çıkıp seslerinin geldiği mutfağa doğru yöneldim.
Edwin kahvaltı hazırlarken Grace masayı kuruyordu, beni gördüklerinde kısacık bir an kendi aralarında bakıştıklarını fark ettim ancak hızla toparlanıp sanki hiçbir şey yokmuş gibi havadan sudan sohbet etmeye devam ettiler.
Neden bahsettikleri hakkında hiçbir fikrim yoktu gerçi. Ben masaya oturup görmeyen gözlerle tabağıma bakıyordum.
Onlar da kendi yerlerine geçtiklerinde sohbetleri devam etti, beni de katmaya çalışıp konuşturmak istediklerinin farkındaydım ancak sorularını sadece kafamı sallayarak onaylayıp geçiştiriyordum o kadar. O an bana üçüncü dünya savaşının çıktığını da anlatıyor olabilirlerdi, uzaylı istilasına uğradığımızı da...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntikam Kırmızısı
Roman d'amourGeçmiş peşinizi bırakmazken, gelecekten ne bekleyebilirdiniz ki? Hiç bir şey! Geçmişinizle, geleceğiz arasında kalırdınız. En kötüsü de bazen peşinize düşen bu geçmişin farkında bile olmazdınız... (Yetişkin içerik)