Hafif kıpırdanmalarım şiddetle artış gösterirken, yüzünün zarifçe kasılışını izlemekten kendimi alamadım. Soğuktan tiril tiril donan ellerime, birkaç zararsız toprak kırıntısının bulaştığını algılayıp vakit öldürmek istercesine hepsini silkelemeye başladım. Yüzündeki gerginlik yerini hararete bırakırken, içimdeki kuşkular cedit bir cıvıltıyla ötmeye başlamıştı bile.
Yüzün... Yüzün en sonunda kireçli su içmişsin gibi mat bir görüntü yaymaya başlamıştı, neden bana dert yanarcasına bakıyordun ki? Birbirine karışmış olan saçlarını biraz daha karıştırdın... Ah, tıpkı beynim gibiydi saçların, karmakarışık.
"Gidiyorum, geliyor musun?" dedim şu acı günden kurtulmak istercesine.
"Otur şuraya Duru, anlatacaklarım henüz bitmedi." dedin tek bir gülümseme yollamadan. Mahkeme duvarını andıran suratına, bir hayli boşça baktım. Ardından, tekrar eski halime bürünerek oturduğum yere doğru çömeldim. Anlaşılan, bugün en konuşken çehrene denk gelmiştim. "Sana, sormam gereken bir soru var."
"Sor." dedim şaşırarak.
Sen yüzümü ahım şahım incelerken, benim yanaklarım kesinlikle pembeleşmişti bile. Hemen ardından, büyük ve sesli bir yutkunma gerçekleştirdim. Hâlâ bakışların yüzümdeyken, kibarca boğazını temizledin ve gözlerini yavaşça benden kaydırdın. Bu, nedense benim çok hoşuma gitmişti.
"İnsanların birbirlerini değiştirebileceğine inanmıyor musun?"
İnanmamak elde miydi, sana bağlı yaşarken?
Kendimi sana muhtaç gibi hissediyordum. Sanki seni bir gün görmesem, binbir çeşit sarmaşıklara dolanıyordum. Sesini yamacımda hissetmesem, her söz kuru bir yaprak, anlamsızca kurulmuş cümle tanesi gibi sarsıyordu bedenimi. O bakmaya çekindiğim ela rengi gözlerinin, başkasına duyguyla bakmasını istemiyordum. Ama bunlar hayali bir sahiplenme belirtisiydi sadece, hepsi kendi dünyamdaki arzularımdan ibaretti.
İstediğinde yanıma gelip, istediğinde çekip gidebilirdin.
İstediğinde benimle konuşur, istediğinde susardın.
İstediğin kişiye duygularınla bakabilir, istediğin zaman gözlerini çekebilirdin.
Ama yine de, hiçbir zaman usanmazdım seni beklemekten. Çünkü ben sana doyasıya muhtaçtım. Tıpkı çölde su arayanlar gibi, tıpkı karanlıkta ışık bulamayanlar gibi, tıpkı... Tıpkı sen gibi ela gözlü dünyam... Tıpkı sen gibi.
"Burada, cevabını verinceye kadar bekleyebilirim."
"İnanıyorum." dedim kapattığım gözlerimi cesurca açarken. "İnsanların birbirlerini değiştirebileceğine inanıyorum. Oldu mu?"
"Oldu." dedin gülümseyerek. "Gidecek misin şimdi?"
"Gideceğim, hava kararıyor."
"Bekle birlikte gidelim."
Okul üstünü silkeleyerek, kolunu sırtıma dayayacak gibi kıpırdattın. Bir an, omzumda elinin varlığını hissedeceğimi sanmıştım fakat sen elini ağaca dokundurunca içimdeki aksiyon tüm hızıyla sona erdi.
"İlk defa bir ağaca sarılıyorum."
Yüzündeki gülümsemeye dünyaları değişmezdim. Gülüşün içimdeki tüm sıkıntıyı uçup götüren bir tazelikteydi. Öyle içten gülümsüyordun ki...
"Sarılmak ister misin?"
Hafifçe başımı sallayarak, ağacın sert gövdesine usul usul kollarımı sardım. Bu duygu, gerçekten çok özel ve çok farklıydı. Gözlerim kendiliğinden kapanırken, çocukluğumda tattığım o huzuru bir daha hissetmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN ELASI
Ficção Adolescente"Dokun," dedin parmaklarımı yanağına tutarken. "Yüzüme dokunmak istediğini biliyorum." Ben aniden gerildim. Sen içtenlikle gülümsedin. "Bak..." dedin parmaklarımı üç ufak çizgine dokundururken. "...üçü de senin için çıktı Duru Seçkin, yüzüme dokunma...