Sert, ince kemikli ve mümkün mertebe kasılan çenenden, ela gözlerine doğru ufuksal bir yol izliyordum. Gözlerinin elası, belki de ilk defa kopkoyu ve çözülmesi zor bir rengi simgeliyordu. Sanki, akım şiddetine fazlaca maruz kalmış bir ampulün, saniyeler önce sönmüş körpe ışığına çağrı yolluyordu.
Koyu çukurun itinayla kendini gösterirken, hiç dokunamadığım çenendeki görünmez çizgilerin keşfine çıkmıştım ve ifadesiz yüzünde hissettiğim gerginlik suları karşısında, kuşkulu yüreğimin duygusallığımı bir çırpıda ezip elma gibi çürüttüğünü fark etmiştim.
Bana hâlâ kızgındın.
Bazen çenendeki oyuk çukurun çıkma sebebi olmayı düşleyip bulutlara kavuşsam da, hemen anında bu düşüncemden kendimi somutlaştırıp içten dışa karamsarlaşıyordum. O koyu çukurun hiç gün yüzüne çıkmamalıydı, benim için bile. Çünkü sen kızıp sinirlendikçe, birinin ılık kalbime pense yerleştirip canımı almayı hedefleyecek kadar sert bir dokunuşla çekip asıldığını hissediyordum.
Kalbimi sarsıyordun.
Gözlerimi senden almayı nihayet akıl edebildiğimde, içimde paslanmaya yüz tutmuş bir noksanım elanın garip tonlamasıyla tatsız hayatına tamamen gözlerini yummuştu.
Gözlerin, sınıfın lacivert tablolarını incelemekten kendini kurtardı ve sadistçe yanındaki beni yokladı. Nasıl tarif edilirdi, hiç bilemiyordum doğrusu. Ama ela gözlerinin birkaç saat öncesinde oluşturduğu o karmaşık renk, sanki benim gözlerime baktığın anda yeniden filizlenmişti. Belki de tamamen beynimin bana sunduğu aptal bir oyundu, seçemiyordum. Zaten bir saniye sonrasında, baktığı yerde kesici izler bırakan karanlık gözlerin yere doğru çömelmişti.
"Duru," dedin bana bakmadan. "Sana sormam gereken o kadar sorum var ki... Nerden başlayacağımı dahi bilemiyorum." İddialı bir bakışla yüzüme döndün. "Neden benden sakladın?"
"Senden değil, herkesten sakladım..." diyerek, yediğim tırnaklarımı avucuma geçirdim. "...sakladık."
"Peki neden?"
"Reklam yapmaya lüzum yoktu." diyerek rahat bir tavır takınmaya çalıştım.
Küçücük gülüşün kulaklarımı hafifçe sarsarken, sana yalan söylemeye mecbur kaldığım için kendimden utanıyordum. İçinde sevinç duygusundan başka her duyguyu bulunduran gülme sesin kaybolunca, kendimce heybetli bir iç çekip bir an önce sakinliğin kıyısına varmayı diledim.
"Onu seviyor musun?"
Birdenbire, belli belirsiz nefes alışverişim çığ gibi donuklaştı. Şu anda biri bana çarpacak olsa, en az kırk parçaya bölünecek şekilde pürüzlü yer ile buluşabilirdim. Bu soru, ciddi anlamda kemiklerimi sızlatmıştı. Ela gözlerinin içine doğru üşüştüğümde, seni ne kadar sevdiğimi bir kez daha anladım. Ben senden başkasını sevemezdim ki...
"Evet." dedim yüzüne bakmadan. Elimin acısını hissedince küçük gözlerim anlamsızca parmaklarımda gezindi. Yok denecek kadar az olan çelimsiz tırnaklarım, avucumun içindeki koca boşluğa kısa ve oyuk bir çizgi bırakmıştı. "Onu seviyorum."
Durulduğunu hisseder hissetmez, yanar döner kafamı buruşturduğun yüzüne çevirdim. Ah, bariz bir şekilde sana yalan söylemiştim, lanet olsun bana şu an inanmanı hiç istemiyordum.
"Evine geldiğim gün, Rüzgar'a karşı bir şey hissetmediğini söylemiştin." dedin oldukça kısık çıkan sesinle.
Söyle işte kızım... Söyle bu olanların sadece bir oyundan ibaret olduğu, aslında Rüzgar'ı sevmediğini... Anlat güzel gözlü sevdiğine... Anlat ve kurtul. Zor değil, yapabilirsin. Vakit geç olmadan; kendini de, sevdiğin çocuğu da kandırmaktan vazgeç.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN ELASI
Teen Fiction"Dokun," dedin parmaklarımı yanağına tutarken. "Yüzüme dokunmak istediğini biliyorum." Ben aniden gerildim. Sen içtenlikle gülümsedin. "Bak..." dedin parmaklarımı üç ufak çizgine dokundururken. "...üçü de senin için çıktı Duru Seçkin, yüzüme dokunma...