47. Bölüm "Kayıplar"

126 6 72
                                    

Saatler bir mayındı avuçlarımda, patlarken sesini hiç işitmezdim. Bir caddeyi lekeler ve kaçardı zaman, yelkovan utanırdı ama akrep hiç ah etmezdi. Morlukları biriken sokakları belediye hiç temizlemezdi. Sonra bir ağaç çıktı karşıma, gölgesinde demlendim.

Ben ölüme soyunan bu dünyanın başketiydim, bir zamanlar bindiğim salıncaklar ağırlığımdan şikâyetsiz bir melekti, senelerce parmaklarımla asıldığım o zincirleri düşledim. İşte o zincirler Minik gibiydi; kopunca yere serildiğim falan yoktu aslında, bana tutunduklarım düşmeyi öğretmişti.

Arya için verdiğimiz uyku direnci oldukça büyüktü. Saatin kaç olduğunu bile bilmiyordum, telefonum evde kalmıştı, yaslandığım duvarın tırtıkları sırtımı acıtıyordu. Ama şu an bunların hiçbirini umursamıyordum. O kadar kırık ve eksik hissediyordum ki. Arya'yı bu kadar sevdiğimi bile bilmiyordum. Şimdiki zamanım beni şaşırtıyordu, nasıl bu hale gelebilmiştim? Nasıl bu kadar yarım kalabilmiştim?

"Ölmesini istemiyorum."

Rüzgâr'ın uzun zaman sonra ilk kez konuştuğunu duyunca gözlerimi açtım. Başımı ona çevirdiğimde gözleri yıldızları izliyordu ya da onları sayıyordu. "Arya güçlü kızdır hacı," diye omzuna vurdular. "Merak etme, o kolay kolay kimseyi bırakmaz." Cılız bir sesle ilerleyen konuşmalar geceye umut püskürttü. Bu ateş, ölümün bir hortum gibi bizleri içine çekmesinden türemişti. Sonra senin kımıldadığını ve çok geçmeden bir elini Rüzgâr'ın ensesine attığını gördüm. Duvara yaslı olan Rüzgâr uzun bir süre tepkisiz kaldı. Hiç konuşmadı, sadece gözlerini sessizce yere eğebildi. Oldukça üzgün görünüyordu.

"Üzgünüm," dedin derin bir iç çekerek. "Ben... sana iyi bir arkadaş olamadım ve... her neyse. Özür dilerim." Arkadaşların tarafından sürekli dışlandığın için kendini samimi dostlarına karşı yetersiz görme sorunun vardı, yaptığın hatalardan ders çıkarmak yerine kendini daima suçlaman en büyük hatandı, biraz korkak, biraz da umutsuz olan karakterinde beni etkileyen neydi ki? Yoksa imza için sırada bekleyen hayranların mıydı seni değerli yapan? Ki hepsinin kız olması da şaşırtmazdı zaten beni...

Burcu'yla tensel yakınlaşman, takımına beni değil de Çağla'yı anlatman... Bütün bunlar olup bitmişken hâlâ neden? Neden sendin? Saçlarının kulağına uzanan kısmını seyrettim bir müddet, karanlıkta saçların tıpkı bir gümüşe benzerdi. Rüzgâr konuşmayınca direndin.

"Şey, sanırım ben berbat bir arkadaşım. Hatta berbat bir sevgiliyim de... Ama yine de..." derken karşımdaki ağacın yaprakları kıpırdadı. Üzerimde sadece beyaz bir tişört olduğu için esen soğuk kollarıma ilişti. "Seni seviyorum, dostum. Seninle dost olmayı seviyorum. Sen hala benim en yakın arkadaşımsın. Mete de öyle. Huh, sizi kaybetmek istemiyorum ahbap, hayat çok kısa ve ben..."

"Sarp!"

"Evet?"

"Acımı yaşamak istiyorum, izninle!"

Başını salladın ya, işte o an anladı bu kız, bir şeyler yoluna girmemişti. "Peki," diyerek sessizleştin ve açıkçası bu halin hiç içime sinmemişti. Sanki hayallerindeki tren raydan çıkmış, asfalt yolda gitmeye başlamıştı. Yanında olduğumu hissetmen için bacağına dokundum. "Her şey yoluna girecek," diye fısıldadım kulağına. Yüzüme baktığın anda konuşamayacağını anladın ve başını saçlarımın üzerine yerleştirip derin bir nefes aldın.

"Dua edelim. Bol bol dua edelim," dedi Çağla. Hah. Dün ondan şüphelenmiştim. Çok aptaldım. Hayatım ne kadar da şüphe barındırıyordu böyle! Okulun arkasında Devrim onu tehdit ederken neden hiçbir şey yapmamıştım ki sanki?

Sırf bir bahaneyle beden eğitimi dersinden kaytardı diye ona kin tutamazdım ya, elbet su içecekti, bir şeyler yiyecekti. Ama ben onun peşinden gitmek için elimdeki voleybol topunu bilerek arka tarafa kaçırmıştım. Aptal kafam! Şimdiki halim daha kötüydü.

KARANLIĞIN ELASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin