Yeni sıralarını garipseyen tüm arkadaşlarımı seyrederken, gözüme Minik'den sonra ilişen ilk kişi Burcu oldu. Minik'in hemen arkasındaydı ve yanında uyuklayan Rüzgar oturuyordu.
Babasının müdür olmasından dolayı horlayacak derecede rahat olması, Rüzgar'a karşı buz gibi bir soğukluk duymama sebep oluyordu. Ayrıca Burcu'dan bir farkı yoktu, resmen Burcu'nun farklı cinsiyete bürünmüş haliydi. Kızlara karşı olan ilgisini biliyordum ve aynı sırada oturmalarına hiç mi hiç şaşırmamıştım. Ne de olsa kan çeker lafına sonuna kadar destek çıkan birisiydim. Ayrıca Serra'nın duvar ucuna ilerleyişini büyük bir zevkle izlemiştim, sonunda Burcu'nun kuyruğunu koparan biri çıkmıştı.
Zilin şen şakrak çalmasıyla birlikte defter kitap sesleri birbirine karıştı. Sen Mete'nin omzuna naif bir şekilde kolunu atıp sınıftan dışarıya çıkarken, endamlı yürüyüşüne bakıyordum ezberlemek istercesine. Hoş, zaten ezberimdeydi. Hemen Minik bir porsiyon heyecanıyla yanıma gelerek, vurgulu tondaki sesiyle sözlerini yüzüme çarpıttı.
"Oh be, sonunda!" dedi gözleri parıldarken. "Sonunda sevdiğin çocukla birlikte oturuy-"
Tırnaklarım haricinde bütün bakım işlemlerinden geçirdiğim ellerimi, Minik'in cümlesini durdurabilmek amacıyla pabuç dilli ağzına bastırdım. Derdi neydi bu kızın? Birinin bizi duymuş olabilme ihtimali çarşaf gibi önüme serilirken, etrafa telaşlı gözlerle bakınıp herkesi teker teker süzgeçten geçirdim. Neyse ki kimse bizi duymamıştı. Sinir hücrelerim bozuk plak gibi içimde dönüp dururken, belli bir ritimde ilerleme kaydeden nefesimin daha da hareketlendiğini hissedebiliyordum.
"Ne yapıyorsun?" dedim elimi Minik'in ağzından çekerken. "İstersen megafon getireyim?"
"Ah, aptal kafam." dedi Minik elini alnına bastırarak.
Aslında Minik hâlâ konuşmaya devam ediyordu ama ben tamamen Burcu'ya dikkat kesilince, onun sesini kulaklarımda bir hırıltıdan farksız hissediyordum. Burcu bacaklarını üst üste atmış, ellerini de Rüzgar'ın bir koluna sabitlemişti. Rüzgar'ın da boşta kalan diğer kolu Burcu'nun geniş omzundaydı ve elini Burcu'nun siyah saçlarında gezdiriyordu.
Aralarında en fazla 10 cm bulabilirdim.
Gözlerim bu bol fantazili manzaraya şaşkınca takılı kalsa da, içimde çağlayan boğuk ses çoktan onlara sövmeye başlamıştı. İşte insanlar böyle tanınırdı; anlattıklarıyla değil, hareket ve tavırlarıyla.
"Hey bir dakika, kime söyleniyorsun sen?"
Dikkatimi geri kazandığımda, Minik'in cevap vermemi bekleyen irdeleyici bakışlarıyla göz göze geldim. Hadi ama, içimden sövmüyor muydum ben?
Ders zili tıngır mıngır çaldığında, Minik'e cevap verir gibi Rüzgar ve Burcu'nun sırasına gitmiştim. Nefret ediyordum sırnaşık insanlardan, üstelik okul içinde olduğumuzu bile bile hâlâ devam ediyorlardı. Söyleyeceklerimi kafamın tozlu raflarından silkeleyerek alıp bir bir sıraya dizerken, buğday renkli elimi yumruk yaptığımı yeni fark ediyordum.
"Burasının bir okul olduğunu unutuyorsun, Burcu." dedim gözlerimle onu hırpalarken. "Yerine geç, tekrar etmeyeceğim."
Birden atar yapar gibi kalksa da hiçbir şey demeden Serra'nın yanına kuruldu. Rüzgar'ın bana geniş geniş sırıttığını gördüğümde, sinir sistemimin fena halde bozulduğunu zihnimde tartabiliyordum. Burcu'yu uyarırken biraz eğilmek zorunda kaldığımı fark edip, yerimden hızla doğrularak bana sırıtmaya devam eden Rüzgar'a ters bir bakış attım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN ELASI
Novela Juvenil"Dokun," dedin parmaklarımı yanağına tutarken. "Yüzüme dokunmak istediğini biliyorum." Ben aniden gerildim. Sen içtenlikle gülümsedin. "Bak..." dedin parmaklarımı üç ufak çizgine dokundururken. "...üçü de senin için çıktı Duru Seçkin, yüzüme dokunma...