Zaman; yavaşça akan, akarken de insanı çürüten bir zehirdi. Bense; ekşi zehiri yutan, midemdeki uyuşukluğun geçmesini uman, nefes aldıkça tıkanan bir zavallıydım. Kendi nabzımda atan zamanı, nefesimin tümseğinden bile geçiremiyordum.
Sahi, zaman geçiyor muydu ki?
Kanıma karışan zaman, tüm kalp damarlarımı işgal edip vücudumun her bölgesine damla damla zehrini akıtıyordu.
Yelkovan, bedenimi sivri ucuyla çizip eşelerken, akrep de her nefesimde ince derimden sokup kuyruğunu oyuk çizgilerime sürtüyordu. Nefesim hızlandıkça, kanıma giren zehir daha çabuk yayılıyordu. Bedenim çökesiye kadar zehrin etkisi geçmiyordu.
Hayat herkese müşterek olsa da, zaman herkese köstebekti. Kirli topraklardan kafasını çıkartan zaman, toprağa ekilen körpe bitkileri yavaş yavaş yiyip yok ediyordu.
Bu yüzden zaman hiçbir şeyin ilacı değildi, o sadece insanları zehriyle çürüten bir mahlûkattı. Belki de bu yüzden güzel şeyler zamansızca kapıya dikiliyordu, kim bilebilirdi?
Ağrıyan başım, kuru cildimin güneşte kalması kadar çatlaktı ve kahrolasıca zaman bir türlü geçmek bilmiyordu. Aslında dün çok içmemiştim ama sanırım ilk defa içtiğim için olacak ki, yan etkisi büyük olmuştu.
Zayıflığı dokunmadan hissedilen parmaklarımı, yorgunluğumu ele güne karşı apaçık bir şekilde sunan yüz hatlarıma dokundurdum ve şakaklarıma yüksek dozda masaj uyguladım. Başımın ağrısı körelmiş harmanlarımı savururken, hafif bükülen omuzlarımın üzerinde bir tenin ağırlığını hissedip daha da çok gerildim.
Tam bedenimi silkeleyip üstüme çöken pamuk ellerden arınacaktım ki, omuzlarım aniden parmaklarının narinliğinde serpildi ve istemsizce uykulu gözlerimin şeffat kapısını örtüp uzun bir süre öylece kalakaldım, tek bir şey diyemeden... Ne yapıyordun bana? Şeker kalbim, bir dokunuşununla eriyordu kendiliğinden...
"Seni ilk kez böyle görüyorum." dedin mesafeli sesinle. "Yorgun, halsiz, uykulu... Bu sen değilsin. Benim tanıdığım Duru, kendisinden hiç taviz vermezdi."
Masajın rahat etkisinden dolayı kutsanmış çocuklar gibi susmaya devam ettim. Gerçi seninle zaten uzun bir süredir konuşmuyordum ama konumuz bu değildi.
İlk kez bir erkek bana masaj yapıyordu ve bana bu ilki yaşatanın sen olduğunu düşündükçe, soğuk sızmış bedenim tiril tiril titremeye başlıyordu.
Şu an kendimi tıpkı bir elma gibi hissediyordum, çürümeye yüz tutmuş bir elma... Sen de beni kurtlarımdan arındırıyordun, o pamuk parmaklarınla... Ne garipti...
"Bana ne olduğunu anlatmak ister misin?" dediğinde cevap bekleyen bakışlarını mavi okul formamın tam üzerinde hissettim, sırtım dönük olsa bile seni hissederken yanılmadığımı gayet iyi biliyordum. Kaç gündür konuşmuyorduk, artık yetmez miydi? Ah, bana şarkı söylemiştin, ne kadar güzeldi... Ama sanki seninle konuştuğum ilk saniyeden itibaren, bana olan ilgin bulutlara karışıp gidecekmiş gibi geliyordu. Neden böyle hissediyordum? Ofladım... Ofladın. "Pekâlâ istemezsin."
Nefesin boynuma düşerken, moralinin yeraltına karıştığını hissettim. Belki de magmaya bile ulaşmıştın, bilemezdim.
Ah, bozulduğunu bir nefesiyle anladığım çocuk... Ben senin misler içinde kalan kalbini kırdıkça, kendi kalbimi parçalıyordum aslında. Oysa senin kalbin yüceler yücesiydi,taçlarla süslenen... Bölük börçük kalbime, tek bir kelamıyla hükmeden...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN ELASI
Roman pour Adolescents"Dokun," dedin parmaklarımı yanağına tutarken. "Yüzüme dokunmak istediğini biliyorum." Ben aniden gerildim. Sen içtenlikle gülümsedin. "Bak..." dedin parmaklarımı üç ufak çizgine dokundururken. "...üçü de senin için çıktı Duru Seçkin, yüzüme dokunma...