Hoşgeldin 11 ayın Sultanı...
Ya Şehr-i Ramazan...
~~~~~~
Pazartesi sendromu.
Bugün, müdürün mikrofondan çıkan gürültülü sesi yüzünden her talebenin atkuyruğu gibi savrulduğu okul sırasına yetişebildiğim için kendimle gurur duyuyordum. Galiba cuma gecesi saatlerim fazlasıyla sen geçmişti, yelkovanla akrep belki de sırf bu yüzden birbirleriyle münakaşaya girmişti. Ama benim sevdiğim çocuk zaten sayıları önemsemeyecek kadar vezinli bir hayatın kapısından geçmişti. İşte bu yüzden sen çemberimdeki kiriştin, yarıçapını sevdiğim çocuk...
"Ders programlarınız..." diyerek mikrofona uzanan siyah etekli müdür yardımcısına baktığımda, maalesef aciz bir isyanın naralarını savurmuştum. Hakikaten de beterin beteri vardı; müdürün kambur konuşmasını nakavt eden kelimeler, kulaklarımı alaz alaz kanatmıştı. Bütün okuldan tribündeki fırkalar gibi yükselen, "Hayır ya," kelimeleri müdür yardımcısını durdurabilir miydi? "...değişti çocuklar. Lütfen tüm sınıf başkanları ders zili çalmadan önce yanıma uğrayıp yeni ders programlarını alsınlar."
"Ulan bu kadın bana hasta ya," diye bir erkek nidası işittim beriden, nedense duyduğum ses bana çok tanıdık gelmişti. Bu yüzden, derhal parmak uçlarımda yükselip saat yönünün tersine doğru kısık bir bakış atmak istedim ama ne yazık ki yine başarılı olamadım. Sanırım parmak uçlarımda durmayalı seneler olmuştu. "Sınıf defterini getir Devrim, yoklama fişini getir Devrim, cilala Devrim, parlat Devrim! Neyim ulan ben? Valla yakında bana sırtımı kaşı Devrim diyecek diye hemen tabanları yağlayıp kaçıyorum odadan!"
Devrim Bozoğlu.
Oydu. Sesini duyduğum anda kaşlarım çatıklaştı, bütün canlılığım kayboldu. Çağla'nın uzun saçlarına son olarak kendi dokunuşunu kaşelemesi, beni yerden göğe kahrediyordu. Bu yüzden, bütün kolu kırık öfkemle bir refleks imzası atıp Devrim'e sataşmak istiyordum.
"Yüzünün yeni haline bakılırsa artık hasta değil, doktor olur sana!" dedi Anıl, elleri cebinde, Devrim'e son ses bağırırken. "Başkan Devrim..."
"...ulan o nasıl bir evrim?" dedi Mete kahkahayı basarak. Bunun üzerine, Anıl ile yan yana gelip el çakışmaları uzun sürmedi. Ben de bizimkilerin birlik ve beraberliğine öylesine dalmış olacağım ki, saçımın çekilmesi ile ani bir sarsıntı yaşayıp yobazca bağırdım ve birdenbire herkesin dikkatini elma armut misali çehremde topladım.
Sonuç mu?
Yine hüsran...
Saçlarımın çekilmesi maalesef en hassas konularımdan biriydi, sen dokun diye uzatıyordum ben her bir telimi... Kimse el uzatıp asılmamalıydı. Yoksa ölümlerden ölüm beğenir, tahtalıköyü boylardı.
Soğukkanlı belgesellerde de görüldüğü üzere tıpkı yemeğine avlanmak için sinsice etrafını süzen kükrek bir aslan edasıyla arkama döndüm, fakat anında yanaklarımı kızartan bir hadiseyle tokalaştım. Arkamdaki kişi cuma günü avucumun içinde topladığım çizgilerin sahibiydi, yani paralel olarak mükemmelliği yudumlayan sendin.
"Sarı kafa?"
"Bağışla beni başkan," dedin utana sıkıla. Ben her ne kadar önemli olmadığını belirtmeye çalışsam da sen pişmanlığını sürdürdün. "...gerçekten canını acıtmak istemezdim. Sadece... Yabancı bir filmde görmüştüm. Kadın, adamı saçlarını çekişinden tanıyordu."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN ELASI
Novela Juvenil"Dokun," dedin parmaklarımı yanağına tutarken. "Yüzüme dokunmak istediğini biliyorum." Ben aniden gerildim. Sen içtenlikle gülümsedin. "Bak..." dedin parmaklarımı üç ufak çizgine dokundururken. "...üçü de senin için çıktı Duru Seçkin, yüzüme dokunma...