35. Bölüm "Seçim"

387 44 97
                                    

Hayat bir puanlama sınavı olsaydı, ben yine de puan veremezdim sana. Çünkü sen öyle bir kağıt sunardın ki hayatıma, kağıdının üzerinde emeği geçen bütün kalemlerin kurşununa teşekkürlerimi bağışlardım en kalın fontlarla. Hoş, sen bana boş kağıtla bile gelsen, yine de puanlayamazdım ben seni. Çünkü sen kalbimden torpilliydin.

Belki hep tembel kalırdın hayatımda, belki de daimî bir çalışkan... Ama senin o bomboş duran sınav kağıdına içinden gelerek döktüğün bir iki satır bile, içimdeki taşlanmış koca buzları eritmeye yeterdi. Keşke hep benim kurallı hayatımda kalan uslu bir öğrencim olsaydın. Uslu ve tek öğrencim... Benim sınavımdan hiç kalmazdın mesela. Kuralsız da yaşanırdı senin özgün sedanla.

"Burcu Akal 59, Serra Yorulmaz 89..."

Kopyacı Burcu... Kendi kağıdından çok Serra'nın kağıdına bakmıştı hep. Sınavda hiç hız kesmeden onu takip etmiştim, malum... Hoca onu senin yanından ayırınca... Ne diyeyim... Havalara uçtum ben o zaman. Kuş oldum, bulut oldum, uçtukça umut oldum, ulaştım sonsuzluğa. Sonra da iki avucumun arasına sıkıştı kuytu güzellikler, yakaladım mutluluğu dobra dobra.

"Yağmur Karaca 70, Anıl Uygun 66, Çağla Keskinsoy 49..."

"Ya lanet olsun, sınırda kaldım!" dedi Çağla dişlerinin arasından.

"Mete 96... Tebrik ederim oğlum, en yüksek not yine senin."

Mete'nin bir gülüşü vardı sıraya yayılırken... Gurununun okşandığını ben bile kendi sıramda otururken hissetmiştim. Notlarımızı dün açıklamaya zaman bulamayan tarih hocası, edebiyat hocasıyla anlaşıp 3. dersin sonlarında kaç aldığımızı açıklamaya çalışıyordu. Edebiyat dersinin çatık kaşlarıyla ün kazanmış Hasan hocası da, kendi dersinde başarıyı yakalamamıza rağmen tarih dersinde kötü not alanları duyunca yüzünü buruşturmadan edemiyordu.

"Arya uramış 90..."

"Sarının laneti aşkına! Gerçekten 90 mı aldım?"

Yanımda ellerini masaya birden vurunca, ben de dahil herkes ona doğru baktı. Ardından tuhaf bir ses kulaklarımı tırmaladı. Yalancı bir öksürük duyduğumda başımı kaldırıp sana doğru baktım. Bana uyarıcı bakışlar yollarken, gözlerimi kısıp ne demek istediğini anlamaya çalıştım ama ne yazık ki anlayamadım. Sonra... Gözlerim en sevdiğim kalemime doğru yol aldı... Siyahlı, kırmızılı kalemim... Arya elini masaya vurduktan sonra kalemimle oynamaya başlayıp sinirinden küt diye kırmıştı. Allah'ım... Gayet yerinde bir kilosu varken, bu güç nereden geliyordu acaba?

"Tebrik ederim kızım, en yüksek ikinci not da senin." dedi tarih hocası Arya yüzünü buruştururken.

"Notunu beğenmedin mi?" dedim kalemimden gözlerimi zar zor çekerek.

"Ya hep 90 alıyorum ben! Bir çıkış yapamayacak mıyım artık? Bak, yine sinirlerim tepeme çıktı!"

"Fark ettim..." dedim başımı anlamlı anlamlı sallarken.

"Duru Seçkin 80..." diyen hocaya umut dolu gözlerle baktım. Sanki gözlerimle hocaya kocaman sarılıyormuşum gibi hissediyordum. Kalemimin kırılmasının arkasından bu güzel notu duymak... Pahabiçilemezdi... Gerçekten. "Rüzgar Yıldırım... Oğlum, çok yoruldun mu adını yazarken?"

"Sıkıntıdan hocam, sıkıntıdan..." dedi ağız kıvırırken. "Onu da yazmayacaktım yok-"

"Oğlum!" dedi hoca Rüzgar'ın sözünü kesip kaşlarını çatarak. "Bu kağıdın arkasına ne yaptın sen böyle?"

KARANLIĞIN ELASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin