40. Bölüm "Diriliş"

598 31 283
                                    

Bölüm fazlasıyla uzun oldu. Doya doya okuyun. Herkesin Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı'nı kutluyorum. Geciktiğim için çok üzgünüm. Yanlışlarım var,  eminim. Lütfen bugünün hatırına görmezden gelin. İnanın kontrol bile edemedim yazdıklarımı. Üstelik bugün doğum günüm ve çeşit çeşit aksilikler yaşadım... Ama çok şaşıracaksınız.

Aha, buraya da yazıyorum.

Şaşırmayan bizden değil. ^^

Keyifli okumalar!

Kulağıma tırmanan cümlelerin sûkutunda batmış, limansız bir geminin tırnakları dokunuyordu avuçlarımın terli muhabbetine; dalgınlığımdan ruhuma miras kalan kanlı okyanusun dalgaları, keman yayına dönen kaşlarını çatıyordu git gide.

"Aptal kız... Aptal bir çocuğa aşık..."

Yastığımda nöbet tutan uykularımın çölünde bir kaktüs çiçeğinin dikenleri betimlenirken, kehribar tadındaki bir hayalimin seri hırsızları da benden yalnızca ütopyamı çalmıyordu; gururumu emanet ettiğim eski bir dostumun karakterine, cüssemden bir türlü toparlayamadığım dağınıklığın gölgesine, karanlığıma batan ela gözlerinin kirpiklerine de ev sahipliği yapıyordu.

Acılarımla el sıkışan yüreğimin, köhne demirliklerine bağışladığım gri sisleri yutuyordu yaralarım, yalnızlığımın dört duvarından binlerce kerpiç ayıklıyordu siyah bulutlu odalarım. Ve sen, ela gözlü küçük adamım... Hani, su gibiydi ya senin için dalgınlığım... Sendin işte benim yıkılmaz kaptanım. Sendin, içimdeki gemileri kaldıranım. Sendin, sonsuzluğa uzanan çevik durağım...

"Aptal kız..."

Kapalı gözkapaklarımın şişkinliğinden astığım berdevam incilerimi yüzümün duru ıslaklığına armağan ederken, elyaf zihnime dökülen mürekkebin ilânihaye nöbet tuttuğu damarlarımda da, bir dolma kalemin gövdesi saygınlıkla boynunu büküyordu.

"Senelerce aptal bir çocuğa aşık..."

Burkulmuş bir kağıdın demlenmiş sayfalarına biçilmiştim; bazen silinik, bazense çay kaşığıyla karıştırılmış bir kafiye enkazının dibiydim. Üzerime sırtlanan bulanıklığı satırlarımın arasında idam edemesem de aslında demir kadar sert ve ağır bir anlamla mühürlenmiştim. İçimdeki ses susabilirdi; ama dış dünyama kalın ve yüksek işlevde bir buruk çığlık yüklenmişti. Ben, Duru Seçkin; üstümü silgi ile harmanlayanların kulaklarında bıraktığım sarsıntı kadar gerçektim.

Gözlerimin kahvesi tüm katranlığını üzerimdeki siyah battaniyenin yününe doğru sıçratmaya başladığında, sabah alarmımın o gıcık sesi yeniden derin uykumun selinde yüzmeme engel oldu. Bej rengi yatağımda sağıma doğrulup yere doğru ayaklarımı uzatırken, zihnime saldıran kesitler oldukça acımasızdı; ayaklarımın rakunlu panduflarımı giymeye dahi mecali kalmamıştı. Eh, üzerimdeki ağırlığın sebebi malumdu; dün gece yeterince ruhumu taşlamışlardı, dolayısıyla da gövdeme el uzatan kuvvetim çökmüştü.

Sabahın ilk esnemesi yüzümde can bulurken, yüzümün tatsız gerginliği de tamamıyla dünkü gözyaşlarımın yüzüme fazla fazla nüfuz edişindendi. Elbette ki yaşadıklarım hiç kolay değildi ama toparlanmam kesinlikle mecburiydi. Yatağımın kenarında kulaklarını büken rakunuma adeta bir ölüm fermanı imzayacak bakışlarımdan yollarken, yüzüme değen dağınık saçlarım da gevşek omuzlarımdan aşağıya doğru sarkıyordu.

"Hadi Duru, okula geç kalıyorsun."

Annemin olgun sesi, mutfaktaki çatal kaşığın metalik narasıyla, aygazda pişen patates kızartmasının kokusuyla geliyordu. Ben de her ne kadar zorakice de olsa kahverengi panduflarımı giyip mutfağın kapısına kadar paytakça yürüdüm. Fakat kendime bir sandalye çekip oturmadım, bilakis kapının gövdesine yaslanıp bileğimdeki siyah tokayla saçlarımı toparladım.

KARANLIĞIN ELASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin