Bölümü okumadan önce, size kısa bir not bırakmak istedim. Eğer okursanız, çok memnun kalırım. Geciktim, ancak; bölümü duygu yoğunluğu çerçevesinde ilerletebilmek için, inanın ki akla karayı seçtim.
Sizi kördüğüm edecek bir bölüm hazırladım. Yazarken, hep yayınlamak için sabırsızlandım. Yorgunluğum hat safhada, gözlerim ağrıyor... Ellerim karıncalaştı. Ama bakın, buradayım.
Sizin için.
Bölüm; dediğim gibi gerçekten uzun arkadaşlar. Beklediğinizden fazlasını bulundurduğuna eminim. Size çok duygusal bir kız olduğumu söylemiş miydim?
Bölümü yazarken ağladım.
Bu yüzden, benim için çok değerli bir bölüm. Bölümü kesmek istemedim, çünkü; parça parça atsam, benim içim parçalanırdı. Bu bölümün, bütünlüğüyle göz dağıtmasını istedim ve öyle de olacak.
Sizden ricam;
Lütfen, bu bölümü Christina Aguilera'nın o çok meth ettiğim 'Hurt' şarkısıyla dinleyin. O şarkı, 30. Bölüm "Kördüğüm" için bir ilham... Eğer o şarkıyla okursanız, çok mutlu olurum... Bende çok ayrı bir yeri var. Hani, biz Türkler nasıl diyor?
Özel.
Her neyse, hepinize doya doya okumalar! Ben buralardayım.
***
Gecenin kasveti, neredeyse gecekonduların çatılarını uçuracaktı. Belki yarım saattir Rüzgar ile yolda hantal hantal yürüyorduk. Arada bir, ısrarla kendi elinde taşımak istediği içki şişeleri birbirine çarpıyor ve çıkan metalik ses de, küçük kulaklarımın kıkırdaklarına kadar sürtünüp içten içe kabaran pasımı havanın katı rüzgarına bırakıyordu.
Bu sesi seviyordum.
Ama senin sesin, hiç kuşkusuz en büyük favorimdi. Bana şarkı söylediğin günden sonra seninle konuşmam gerçekten umutlu bir vakaydı. Ama yine de hâlâ seninle konuşmuş sayılmazdım, mimiklerim seninle konuşmama dahil miydi? Ben aksine, sana içten içten somurtmuştum aslında. Çünkü, başkan yardımcısı olduğun günden beri, Burcu ile aranızda bir yakınlaşma seziyordum.
Gerçi durmadan ela gözlerinle beni tarıyordun ama yine de Burcu ile samimi olmanı hiç istemiyordum. Zaten, benim yerimde kim olsa böyle bir şeyi istemezdi. O, lanet bir ucubeydi, her zaman kara listemin en başında kalacak olan lanet bir ucube!
Siyah hırkamın örgülü nakışlarından sızan soğuk, içimdeki kağıttan gemileri hızla kıyıya iteleyip, koca bir adaya savurmuştu sanki.
Hatta sokaktaki en sağlam evler bile, yüzüme esen havanın deprem yaratan etkisine açlıkla susamış gibiydi, sanki hepsi birden hırçın rüzgarla irtibat kurup üst üste üzerime yıkılmaya niyetlenmişti.
Dışarıda, gerçekten güçlü bir kar soğuğu vardı ve resmen parmak uçlarıma kadar donmuştum. Bazen Rüzgar ile kısa kısa muhabbetler edip, geçtiğimiz dar sokağın boğazımı kurutan sessizliğini susturuyorduk.
Evet, sessizliği susturuyorduk ama zaman şelale gibi akıp gittikçe garip bir şekilde yeniden sessizlik kazanıyordu.
Rüzgar, yolda beni eski çocukluk mekânına götüreceğinden bahsetmişti ve ben o kadar yorulmuştum ki, uzunluğunu bilmediğim gafletli yolların artık bacaklarımı pençelediğini hissediyordum.
Sıradışı bir çelişkiydi.
Spot ışıkları etrafa loş bir ışık yayarken, rengini seçemediğim bir kaldırım taşına rastladım. Kaldırıma yaklaştığımda, ölü gibi bir renkle karşılaşacağımı hiç farz etmiyordum ama sahiden öyleydi. Rengi simsiyahtı ve badanası birkaç gün önce yapılmış gibiydi. Eh, en azından artık yürümeyecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN ELASI
Novela Juvenil"Dokun," dedin parmaklarımı yanağına tutarken. "Yüzüme dokunmak istediğini biliyorum." Ben aniden gerildim. Sen içtenlikle gülümsedin. "Bak..." dedin parmaklarımı üç ufak çizgine dokundururken. "...üçü de senin için çıktı Duru Seçkin, yüzüme dokunma...