Lise hayatımdan bu yana birçok şey değişmişti; eskiden karneme komutanlık yapan bir takdir belgem, karşımda şapka çıkaran bir ortalamam ve buna rağmen daha iyi olmak için gelecek derslere bekçilik yapan bir azmim olurdu. Şimdi devamsızlıktan kıl payı geçmiştim ve buna rağmen okul hayatım bitmişti.
Elimde emanet gibi duran karnemi tam yırtacaktım ki annem beni durdurmayı başardı. Öfkemi durduramadığım zamanın merkezinde, belki de en çok kendime sinirliydim. Annemin karnemi ele geçirişine karşı koyamadım. "Anne, lütfen bırak." Artık bazı şeyler için çok geçti ve ben Yaşar Kemal'in de dediği gibi hiçbir şeye acele etmek istemiyordum. Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde sesim titremeye başladı. "Bırak da şu karneyi parçalara ayırayım."
"Çabuk odana git, yoksa şimdi seni ayağımın altına alacağım!"
"Ama anne..."
"Sana, çabuk odana git dedim!"
"Anne konuşalım, ne olur..."
Annem ilk defa kendini geri çekemedi, şimdi kum saatleri uykuda, kalp atışlarım doruktaydı. Kendi kızına nefretle bakan gözlerin, içimi delik deşik eden bir kurşun olması annemde hiç alışık olmadığım bir durumdu. Yavaşça konuşmaya hazırlandım, ama bir anda yanağıma inen tokatla başım sol tarafıma göç etti. "İşte sen... Sen annene böyle bir tokat attın. Karnendeki rezalet ortalamayı bile kaldırabilirdim, ama tasdiknameni... Hayır. İyi ki baban hayatta değil. Yoksa o da senden çok utanırdı. Şimdi son kez söylüyorum, derhal odana git ve gözüme gözükme!"
2 GÜN ÖNCE
Dudaklarıma sürdüğüm bordo ruj, henüz kirasını vermediğim bir eve benziyordu. Kiralık ruj... Galiba bende çok koyu durmuştu. Tıpkı saçlarını sarıya boyatan bir kadının kaşlarını siyah bırakması gibiydi. Ayrıca saçlarım ilk defa kıp kıvırcıktı. Haliyle boyu biraz kısalmıştı. Tıpkı anne eli değmiş gibi...
"Sence de biraz abartılı olmadım mı, anne?"
"Bir kereden bir şey olmaz," dedi annem saçlarıma son halini verirken. On birinci sınıfı birkaç gün sonra bitireceğimi öğrendiğinden beri depresyonuma iyi gelecek devinimlerde bulunuyordu. Beni düğünlere giderken de hep kendi süslerdi aslında, ama bu sadece bir mezun konseriydi!
"İstediğin kadar süsle. Yine başına kalacağım," dedim burun kıvırarak. "Turşumu kuracaksın bu evde." Bir yandan anneme cevap verirken, bir yandan da neden mezunlara üçüncü sınıfların hizmet ettiğini düşünüyordum; özellikle Devrim Bozoğlu'nun yüzünü bile görmek istemiyorken, neden tüm arkadaşlarına garsonluk yapacaktım ki? Daha da önemlisi neden Burcu Akal programın sunucusu oluyordu? Lanet olsun! Mehmet Yıldırım'ın adaleti bu kadardı işte. Parayı görene kadar...
Annem enseme bir şaplak attı. "Nereden öğrendin bakayım sen bu turşulu lafları?"
"Anne ya," dedim ensemin acıyan kısmını ovalarken. "Acıttın. Farkında mısın?"
"Gül biter benim vurduğum yerde," dedi annem burnu havada bir sesle. Saçlarıma af çıkardıktan sonra yüzümdeki detaylara gardiyanlık yaptı.
"Hayır efendim! Gül falan bitmiyor, diken gibi batıyor." Annem kendini odamda çalan müziğin rahatlatıcı ruhuna bırakırken sanki beni dinlemeyi bir deniz kenarına atıyordu. O denizin içinde beni dibe çeken bir sessizlik oluşmuştu. Bir şarkı çalacaktı bu gece, hemen düşecektim şarkının hecelerine ve bana bir ay on gündür ayrı oluşumuzu hatırlatacaktı. Kollarımı birbirine kavuşturarak ürperen tüylerime annelik ettim.
"Rimelin az olmuş," dedi annem aniden elindeki maskarayı açarak. "Yaklaş biraz, üzerinden geçelim."
"Hayır, azken daha iyi..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN ELASI
Novela Juvenil"Dokun," dedin parmaklarımı yanağına tutarken. "Yüzüme dokunmak istediğini biliyorum." Ben aniden gerildim. Sen içtenlikle gülümsedin. "Bak..." dedin parmaklarımı üç ufak çizgine dokundururken. "...üçü de senin için çıktı Duru Seçkin, yüzüme dokunma...