20. Bölüm "Kabus"

404 51 40
                                    

Terler içinde kalan yüzüm dehşetle kasılırken, katılaşan göğüs kafesimin şişerek inmesi de abartısız hızlanıyordu. Yalın ayaklarımla soğuk tabana basarak yürümeye devam ettiğimde, kara sislerin arasında gördüğüm aralık bir kapı kirpiklerime usul usul düğümlendi. Etrafımda kabaca yankılanan tanıdık kahkahalar, içimdeki tuğladan evin yakasından tutarak ruhumu tir tir titretmeye başladı. Aralık kapıya doğru iyice yaklaştığımda yüzünü göremediğim bir kız bana kapının uzun, patika yolunu gösterdi. Nedense içeriye adım atmaya korkuyordum, ama sanki başka bir çarem yokmuş gibi ayaklarım ileriye doğru sürtünüyordu. İçeriye girer girmez kapının toz olup havaya çekildiğini hissettim. Hâlâ cılız kahkahalar kulaklarımda çınlıyordu, ardından karşımda duran kız yavaşça yüzünü kaldırdı, kaldırdı, kaldırdı. Büyüyen gözlerime ithafen başlattığım koşuşturmaca, buradan doğru bir yol bularak kaçmama ne yazık ki yeterli gelmiyordu. Her taraf zifiri bir karanlığa bulanırken, buraya tamamen hapsolduğumu düşünerek yıkılıyordum.

"Yolun sonuna geldin, karanlık kız."

Düşlerime ayna tutan sesim bir türlü dilimden dökülmüyordu. Öyle bir engelin içimdeydim ki, ne yaparsam yapayım boğazımı acıtan bu yakıcı havayı yine tiksinerek solumaya devam ediyordum.

Çıkış yoktu.

Kurtuluş yoktu.

Sonunu bir türlü getiremediğim pişmanlığımın engin sularında boğuluyordum ve bu kurumayan ıslaklığıma ne yazık ki küçücük bir havlu bile bulamıyordum. Etraf yavaş yavaş aydınlığa dönerken, bedenimde naif bir sarsılma hissettim.

"Kahretsin! Uyan Duru." dedi tanıdık bir ses. Yüzüme birdenbire iki el dokununca kıpırtılarım artmaya başlamıştı. "Kabus görüyorsun Duru, sadece lanet bir kabus. Uyan hadi."

Bu ses sana aitti. Ağırlaşan gözkapaklarımı hafifçe aralarken, zayıflaşan vücudumun yüksek dozda bir ter tabakası oluşturduğunu fark etmiştim. Lanet olsun, ben senin yanında terleyecek kadar ne günah işlemiştim ki?

"Şükürler olsun." dedin baygınlıkla. "Dakikalarca sayıkladın Duru."

Gözlerim anında fal taşına dönüşüp usulca seni taşlamaya başlarken, kucağımın üstüne çıktığını görmemle birlikte ikinci bir şok daha  yaşamıştım.

"Ne söyledim?"

Duman tüten sıcak elini hayran olduğum sarı saçlarının içinden geçirdin ve bir dokunuşla da dağıttın. Sen derin bir nefesi içine çekip yutağında tutsak bırakırken, ben de göğüs kafesinin hızla şişip inişini seyrettim. Ah, bu kadar çekici olmak zorunda mıydın gerçekten?

"Öyle çok sayıkladın ki..." dedin dalgınlıkla. "Galiba, bir çıkış yolu arıyordun, tam seçemiyorum."

"Korkuyorum."

Kollarının, bedenime sarılışını fark edince bedenim amansızca sertleşti. Yine ne oluyordu bana? Belimi biraz daha doğrultarak yavaş bir ritimle ellerimi sırtına dokundurdum. Bunu hissettiğin an biraz daha sıkı sarıldın bana, sanki beni bıraksan aniden birileri gelip kaçıracaktı, öylesine sarılıyordun.

"Geçti."

Hastanenin sıkıcı kokusu yerine üstüme sinen kokunun burnuma dolması... Mütevaziliğini her anlamda koruyan sessiz bakışların... Sana bağlanmak bu kadar kolaydı. Ama senden kopmak... İşte bu, darmadağın görüntüme binlerce ayna tutulması kadar mahvediyordu beni. Çünkü bilirdim, kimse istemezdi acizliğini seyretmeyi.

"Buradan bir an önce gitmek istiyorum."

Hastanelerden nefret ediyordum ve bünyemin zayıflığını ön plana atacak olursam, bu şey benim için gerçekten cani bir işkence gibiydi. Bayılmaktan da nefret ediyordum. Bayılmasam, habire buraya gelmek zorunda kalmayacaktım.

KARANLIĞIN ELASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin