28. Bölüm "Yardımcı"

357 46 71
                                    

Oturduğum tahta sıranın yanındaki buğulaşan camdan, dışarıda lapa lapa yağan karı seyrediyordum. Daha ilk ders bile başlamamıştı ve arka sıradaki gevezelerin sabah sabah çene çalmalarını, genlerinden gelen bir kalıntı olarak nitelendirmek istedim. Ben her ne kadar isimlerini gizlemeden önümdeki küçük kağıda aktarsam da, yine de sessizliğin suyundan içemiyorlardı. Belki de onlara zemzem suyu ikram etmeliydim.

Kahretsin, başım şişmişti.

Kasım ayının ortasında olmamıza rağmen, dışarıdaki kar soğuğu inanılmaz bir mucizeydi. Sınav haftasına da yakın bir zaman sonra ulaşacaktık. Sayısal derslerde ne kadar iyiysem, sözel derslerde de o kadar kötüydüm.

Tarih dersinden nefret ederdim.

Yine Minik'den önce gelmeyi başaramamıştım, nedense ondan önce gelmeyi bir türlü başaramıyordum. Balık etli olmasına rağmen, her sabah benden önce gelip yıllarca dengesini koruyabildiğim zayıflığıma hakaret ediyordu, bilakis öyle hissediyordum.

Sen de henüz gelmemiştin, normalde sen de hep benden önce gelirdin. Acaba hasta mı olmuştun?

Minik kolumdan dürtükleyince, düşüncelerimi plates topuyla bayır aşağı yollayıp zihin egzersizime son verdim. Kapıdan içeriye adım atan seni görünce, sana olan sevgimden dolayı saçlarımın baştan aşağı elektriklendiğini hissettim. Mıknatıs gibiydin, devamlı beni kendine çekiyordun. Gözlerin, gece uyumadığını fazlasıyla belli eden bir şişlikteydi. Gecikmenin nedenini biraz biraz anlamaya çalışıyordum.

"Günaydın." dedin ilk defa.

Bana hiçbir zaman bu sevimli, şirin cümleyi kullanmamıştın. Açıkçası, erkeklerden başkasına kullanmıyordun, çünkü; kızlarla pek aran yoktu. Belki de kızları umursamayan kişiliğindi beni sana bağlayan, kim bilebilirdi?

Cevap vermedim.

Acaba Çağla'ya, "Günaydın." diyerek gülümsemiş miydin hiç? Gerçi Çağla'ya ne zaman baksam kulaklıkları kulağında oluyordu. Ama yine de, aranızda böyle bir diyaloğun geçmesi için çok olanak vardı. Aslında gayet doğal bir davranış olurdu ama maalesef kendime hakim olamadan kıskanıyordum. Çarpık gülümsemen aklıma geldikçe, gülüşünü bir kavanoza saklayıp, yatağımın baş ucuna koyasım geliyordu.

Gülüşüne kadar kıskanıyordum.

Ben kendimle çatışırken, sen de gözlerini ovalıyordun. Uykunu elinden alan hadiseyi cidden çok merak ediyordum. Mete'nin kapıdan girmesiyle, sırandaki rahatlığına bir çeki düzen verdin. Ben de sana bakmaktan vazgeçerek, buğulu camda küçük daireler çizmeye başladım. Kar taneleri aynı hızda yağmaya devam ediyordu.

"Geldi benimki." dedi Minik tatlı tatlı.

Başımı çevirerek gözlerimi kapıya yönelttim. Rüzgar içeriye adım atar atmaz gözleriyle beni süzünce, Minik bunu biraz fark etmiş olacak ki hemen kafasını bana doğru çevirdi. Fark etmesine sevinsem mi, üzülsem mi derken, aniden hissizleştim.

Uykucu Rüzgar!

Senin aksine kat be kat fazla uyuduğuna kalıbımı basabilirdim. Sen ve Rüzgar, o kadar farklı iki insandınız ki... Nasıl, arkadaşlığınız bu kadar sağlam tuğlaydı?

Gerçekten, zıt kutuplar birbirini çekiyordu.

Rüzgar tek oturduğu sırasına çantasını atarken, ikinize de hafif bir selam verdi ve hemen arkanıza oturdu.

"Biliyor musun? Rüzgar'ın zemin katta kendisine ait bir odası var ve oraya kimseyi sokmuyor." dedi kemiklerim sızlamaya meyilliyken. "Ama ben habersizce odasına girdim."

KARANLIĞIN ELASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin