32. Bölüm "Oyun"

299 44 15
                                    

Hayat, tadı kaçmış bir oyundu ve bu sahici oyun, kurucusu tarafından başlatılması takdirinde tüm oyuncuları büyük bir mücadele vermeye teşkil ediyordu, nitekim oyuna hakim, koyu bir tecrübeye de sahip olmak gerekliydi. Zira oyun defterinde; yetenek gösterileri etrafa bahşedilirken, kurmaca başarıları tek kalemde silebilecek temel bir kural esastı. Ayrıca kurallar çerçevesinde hazırlanan bu acımasız oyunda, herkes kendinden bir şeyler feda etmek zorundaydı.

Zafer bayrağını çeken kişiler, rollerini iyi oynadıkları için günün sonunda mutlulukla ödüllendirildiği gibi, aynı zamanda rolünü iyi yapamayanlar da gün geçtikçe üzüntü ve kedere tabii ediliyordu. Ama dediğim gibi, hayat tadı kaçmış bir oyundu ve bir gün mutlaka herkes o beyaz kefenin içine girerek sağlam bir tabuta konulacaktı, ardından da kirli toprakların altına karışacaktı.

Benim için, her zaman iyi oynayan kazanırdı. Ama bazen öyle bir an geliyordu ki, kötülerin daha çok mutlu olduklarına şahit oluyordum. Acaba kötüler doğuştan mı şanslıydı, yoksa hayatın kurallarını mı çiğniyorlardı? Hile yapanlar, kirli topraklara karıştıklarında rahat olabilir miydi, bilemiyordum. Ama mesela ben şu an bu oyunu mızmızlanıp bırakmaya kalkışsam, bana gerçekten toprağın altında daha rahat edecekmişim gibi geliyordu. Neden böyle hissediyordum?

Yoksa ben yaşamıyor muydum?

Önümde saniyeler önce çevrilmiş pet şişe birleşik sıraların üzerinde takatsizce dönerken, kapaklı kısmı tam da sana denk gelmişti. Diğer ucunun kime isabet ettiğini görebilmek için pet şişeyi gözlerimle sinsi sinsi takip ederken Anıl'ı görmem, başlattığın oyunu sağ sağlim bitirebilmen için dileklerde bulunmama sebep oldu.

"Doğruluk mu? Cesa..."

"Cesaret." dedin Anıl'ın sözünü kesip hiç gülmezken.

"Çok hızlısın." dedi Anıl mavi gözlerini sana siper ederek.

"Cesaretimden kuşkum yok." diyerek göz kırpınca, göz pınarlarının kısa kısa çizgilerden oluşturduğu şahane görüntüyü seyrettim.

"O zaman, içimizden bir kızı öpmeye ne dersin?" dedi kollarıyla Çağla'ya sarılırken. "Tabi ki sevgilim haricinde."

Küçük gözlerim büyük bir şok içinde genişleyip gerilmiş çehremde yayılırken, Burcu'nun siyah ve gür saçları boğazımda düğüm olmuş da acımasızca beni boğuyormuş gibi hissettim. İçimde, tehlike çanlarını tıngır mıngır sallatan korkunç bir soru vardı, tek bir soru...

Ya onu öpersen?

Son zamanlarda aranızda geçen iletişim, beni bile hastalıklı bir kimliğe bürümüştü. Hatta şu an kurumuş boğazıma beni her şekilde zorlayacak bir gıcık bile sızsa, karşımda sizi alacalı bir vaziyette konuşurken bulurdum, öyle garip bir histi ki...

Gözlerimi ne hikmetse, Burcu'dan hiç çekemiyordum. O bana bakmıyordu ama ben ona şüpheli ve bir o kadar da temkinli bakışlar yolluyordum. Siyah saçlarını salık bırakmıştı, zaten bugün saçını düzleştirmişe benziyordu. Güçlü saçları, her tarafa kıvırdığı belini biraz daha kapatmıştı. Yine gözünde rimeli duruyordu, oysa ki ben hiç rimel kullanmazdım. Sadece, bir defasında kuzenimin verdiği ağır cesaret sayesinde kirpiklerime bakım uygulamayı düşünmüş ve beceriksizce sürmüştüm. Sonra da hemen yıkamıştım, kirpiklerim zaten uzundu, ne gerek vardı?

Rimel kullanmayı sevmiyordum.

Yanağımda hissettiğim kuru baskınlıkla birlikte, gözlerim fal taşlarına meydan okudu. Ben Burcu'yu süzerken... Sen... Ah, Allah'ım inanamıyordum. Burcu, Rüzgar, Mete, Minik, Çağla, Serra, Anıl... Herkes beni öptüğüne şahit olmuştu. Arkada kendi gruplarıyla aynı oyunu oynayan arkadaşlarımın da gözleri buraya kaymıştı ama onlar için hayat bir eğlenceden ve çeneden ibaret olunca süzüşleri kısa süreli olmuştu. Yine de kalbim durmuştu ve sen geri çekilesiye kadar da verimli bir biçimde çalıştığı hissetmemiştim.

KARANLIĞIN ELASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin