Küçük, şirin bir bankın üzerinde oturmuş, birbirlerini iteleye iteleye okul kapısından çıkan ilk sınıfları ve olgun adımlarıyla göze çarpan son sınıfları seyrediyordum. Diğerlerinin henüz dersleri vardı, bu yüzden öğrenci kıtlığına makbule bir anlayış gösteriyordum. Peki ama... Ben neden buradaydım?
Garipti ama buraya neden ve nasıl geldiğimi hatırlamıyordum.
Yerleştiğim bankın tam yanında duran anason bitkisi havanın kızgın esintisine kapıldıkça, kokusunun tazeliği saç tellerime kadar sızıyordu. Bugün, düne bakılırsa gerçekten güzel bir gündü ve ben hep öyle kalmasını istiyordum.
Zil, sabah alarmım gibi çalmadan hemen önce, oturduğum bankta bir yük hissettim. Yanıma biri oturmuştu... Ama nedense bakmak istemedim... Belki de kız olmadığını anlayabildiğim için çekingen davranmıştım... Bilmiyordum.
Okul kapısında belli belirsiz bir erkek gözüme çarpınca, yaslandığım banktaki oturuş pozisyonumu gerisin geri değiştirdim. Sanırım yeni duruşumla birlikte çok psikopatça bir tarz yaratmıştım, son sınıflardan birkaç kişinin tavana ulaşan egoları sayemde gram gram nesil tükenmesi yaşıyordu.
Bir kişi hariç...
Sana o kadar benziyordu ki...
Saçları sarıydı, senin güneşinin sarısından... Merdivenden inişi, çantasını iki koluna sabitleyip hafifçe omuzlarından asılışı... Benim tabirimle, bu çocuğun tam üniversite sonuna ulaşmış bir endamı vardı. Hatta belki de daha büyüktü... Sahiden bizim okulda mı okuyordu yani? Böyle birinin bizim okulda olduğunu bu zamana kadar anlayamamak, gerçekten şaşılası bir durumdu. Bana doğru geldiğini görünce aptal aptal şaşırdım...
Tam olarak iki santim ötemde, bana ve yanımda oturan çocuğa sevimli bir tebessüm bahşetti. Ardından sağ yanağı ani bir baskıyla içe doğru çöktü ve karşımdaki lacivert çantalı çocuk üç ufak çizgisini bıraktı minik ağzının yan köşesine... Benim de sen dolu kalbime... Gülüşü... Ah, gülüşü aynı sendi. Göze takılan tek bir fark vardı. Tek bir fark... Onun güldükçe kısılan gözleri, yemyeşil bir yaprağın simgesi gibiydi.
"Sarp..." dedi özlemle elini yanımdaki kişinin omzuna vurarak.
Şok olmuş bir şekilde yan tarafıma baktım. Kalbim, sanki bu anı bekliyormuşcasına tekledi... Böğrüme doğru ince bir çizgi çekilirken tenhalarda, yabancı bir şehrin havasında nefes darlığı çekiyormuşum gibi kalabalıklaştım... Sanki kalbim kanatlıydı da... Senin şehrini bulunca kızıl kiremitli çatılarına konmuştu hemen...
Defalarca yaralarıma ilaç diye sürdüğüm, ama beni hep kendisine daha çok hasta eden sevdiğim... Acılarımın baş sebebi olsan da, seni yolunup kanatılan her yarama ölesiye dokunduracaktım.
"Burdasın..." dedin karşımdaki kişiyle temas kurmak için ayağa kalkarken. Ardından ben ne ara geliştiğini bile anlayamadan, yabancı dediğim erkeğin kollarının arasına sıkıştın. Gülümseyişin artarken, tıpkı küçük bir çocuğa benziyordun. Tamamen bir çocuğa..."Çok özledim komutan!"
Zil tekrar çaldı, alarm sesim gibi... Gözlerimi kocaman açtım... Karşılaştığım manzara ise yanımda duran bir adet şirin rakunum ve tepemdeki bomboş tavandan ibaretti. Kimdi o gördüğüm? Yoksa sadece kurgulu rüyamın kurmaca bir karakteri miydi? Çalan alarmımın tepesine hızlıca vurdum, yatağım fark edilebilir bir genişlikte olunca kalkmam için biraz yuvarlanmam gerekmişti. Gök mavisi okul formamı giysi dolabımın askısından çıkarırken evde kör sabahın kuytu sessizliği koşuşturuyordu, bu beni biraz irkiltse de annemin uyuduğunu hatırlayınca aklî dengemi tekrar eski haline çeviriyordum. Annemin bana kahvaltı hazırlamasını seviyordum ama uyuduğunu görünce de hiç uyandırasım gelmiyordu, uykusunda bile o melek yüzünün cennet manzarasını seriyordu ortaya... Kıyamıyordum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN ELASI
Ficção Adolescente"Dokun," dedin parmaklarımı yanağına tutarken. "Yüzüme dokunmak istediğini biliyorum." Ben aniden gerildim. Sen içtenlikle gülümsedin. "Bak..." dedin parmaklarımı üç ufak çizgine dokundururken. "...üçü de senin için çıktı Duru Seçkin, yüzüme dokunma...