Kurduğum alarmdan önce uyanmak, her zaman için beni mutlu etmişti. Bugün de mutlu olmuştum. Aslında bazen tıpkı şu anda olduğu gibi, en küçük durumlarda mutluluğu yakalayabilen bir kızdım. Ama içimde, tozlara bulanmış bir derdim vardı ve rüzgar estikçe, bütün mutluluğum ellerimden sabun gibi kayıp gidiyordu. Hoş, zaten benim için, tüm mutluluklar geçici bir sakinleştiriciden ibaretti.
Pazar günlerinin en sevdiğim özelliği, hamarat insanların tüm marifetlerini ortaya serecek bir özenlilikte hazırlayıp döşedikleri kahvaltı masalarıydı. Normalde, başka bir gün zerafetle hazırlanıp döşenmiş masalarda kahvaltı etsem, gözüme bu kadar çekici gözükmezdi. Ama pazar kahvaltıları, her daim farklıydı benim için.
Hazırladığım kahvaltıya otururken, yeşil zeytini ağzımın kenarına tıkıştırdım. Evde yalnız kalmak, benim için dert değildi ama annemin sesine de alıştığım bir gerçekti.
Kahvaltı masasına vuran güneş ışıkları, içimde taptaze bir duygu açmıştı. Masaya yayılan ışık bile, bana seni hatırlatıyordu.
Hayatıma bir güneş gibi doğmuştun. İçimi yakıp sıcaklığınla kül etsen de, benim ışığım yalnızca sendin. Sana yaklaştıkça ter kaplıyordu bedenimi, sana bakmaya çalıştıkça gözlerim kısılıyordu. Ama yine de bırakmıyordum peşini, gölgene kadar takip ediyordum. Bir gün gözden kaybolup battığında, seninle birlikte benimde batacağıma kalıbımı basabilirdim.
Salatalığa uzanırken çatalım önümdeki tabakla çarpıştı. Çıkan metalik seste bir hüzün, bir keder vardı sanki. Sanırım dünden kalmaydım. Sana dair hayal kırıklıklarım üzerimden çekilmemekte son derece kararlı görünüyordu. Çatalıma batırdığım marul, sanki acıyla inliyordu da korkudan sesini çıkaramıyordu. Bir anlığına düşündüm.
Acaba ben mi şizofrendim yoksa gerçekten bu marul, bana mı benziyordu?
Sen sözlerinle bana nişan alırken, en az şu yeşilimtrak marul kadar benim de canım yanmıştı. Ama tüm acımı içime gömmüştüm. Acaba içime attıklarımı, bir gün içimden atabilecek miydim?
Çatalıma doladığım yumuşak marulu, ağzıma götürerek çiğnemeye başladım. Tuzu kıvamında lezzetli bir maruldu. Ama sanki ağzımda hâlâ debeleniyordu ve ben de onu sadistçe dişlerimin arasına sıkıştırıp işkenceye maruz bırakıyordum. Acaba yarasına tuz bastırdığım için miydi bu kıvranışların baş elementi?
Anında çiğnediğimi yuttum.
Salatalığa eğilerek karışık görüntüsüne baktım. O kadar güzel görünüyordu ki... Bu görüntü bile ona zarar veriyormuşum gibi hissetmeme yetiyordu. Çatalımı masaya geri koyarak, derin bir nefes çektim. Ah, dün olanlardan sonra, kafamı da salatalıkla bozuyordum, ne kadar güzeldi!
Deliriyor muydum acaba?
Fincanıma uzanarak , kendime sıcak mı sıcak bir çay doldurdum. Sonbahar mevsiminde sıcak çay, olmazsa olmazımdı. Eğer ki bir de evde yalnızsam, keyfime diyecek bir harf bile yoktu. Sıcak çayım boğazımdan geçerken, fincanımdan çıkan buharlar da gözlerime karışmıştı. Aklıma, ingilizce dersinde yudum yudum içtiğin çay gelmişti. Ardından bardağı tutan seni düşledim... Anıl'ın üzerine sıçrattığım çayı... Ve Anıl'ın elini tutan Çağla'yı... Bardağı, masaya sertçe vurarak koydum.
Elime sıçrayan çay damlaları, hiçbir zerremi yakmamıştı. Zira içimde öyle kızgın ateşler gürüldüyordu ki, tenime sıçrayan çay ruhumun kıvılcımları karşısında bir hiç kalıyordu. Kahretsin! Benim bedenim değil, canım yanıyordu!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN ELASI
Novela Juvenil"Dokun," dedin parmaklarımı yanağına tutarken. "Yüzüme dokunmak istediğini biliyorum." Ben aniden gerildim. Sen içtenlikle gülümsedin. "Bak..." dedin parmaklarımı üç ufak çizgine dokundururken. "...üçü de senin için çıktı Duru Seçkin, yüzüme dokunma...