Merhaba yeşil yapraklarım!
Multimedyadaki fotoğraf BİLECİK/ BOZÜYÜK'ten hepimize göz kırpıyor. Onu gerçekten çok beğendim ve sevdim, hatta bazen ilhamım bile oldu. Ama bizim gerçek ağacımız ne yazık ki bu değil; çünkü gövdesi sanki bizi biraz erken selamlamış, yani aslında az daha yukarıda olmalıydı.
İnşallah Eskişehir'deki gerçek ağacımızı da bir gün sizlere gösterebilirim. Çok isterim bunu, inanın. Başkan Duru Seçkin'in gerçek arkadaşı... Ay! Heyecanlandım!
Bu arada bakın ne buldum... Sarp 🍃 Duru. İki adet yeşil yaprak! Bundan sonra bizim tek sembolümüz bu, her ne kadar tarihe kazınmasa da aklımıza ilk günden itibaren kazınmış olan yeşil yapraklar...
Hani Rüzgâr demişti ya, "Ben sana geç kaldım, ama bir başkası sana vaktinden önce ulaştı," diye. Şu yapraklara 🍃 Duru kadar dikkatli bakın. En üstteki Sarp, Duru'ya yetişmeye çalışıyor, ama Duru aşağıya doğru süzüldüğü için elinden bir türlü tutamıyor. Sizce neden?
Yoksa aralarında esip gürüldeyen bir Rüzgâr var da, onları rahat bırakmaya hiç niyeti yok mu?
Neyse, siz bunu bir düşünün. Ben de size yeni bölümden bir parça bırakayım. Sadece bir parçası. Belki bölümün adını duyunca bir şeyler sezersiniz. Haydi bakalım, en kısa zamanda görüşmek dileğiyle! Hoşça kalın!
🍃
44. Bölüm "Uçurtma"
Çocukluğumu harflerle harmanladığımda zihnimin topraklarında bir fidanı mahkûm ediyordum, rüzgârın savaşına esir düşen bu fidanın gövdesi giderek filizlenirken aslında en iyi arkadaşımın gölgesinde bekçilik yapıyordu.
Yeşil yaprak.
Saniyelerin dakikalara, günlerin haftalara, aylarınsa yıllara düşman olduğu bu küflü geçmişimde, beni hayatın bayatlığından kurtaran o harflerin tek kahramanı oydu, benim yegâne dostumdu.
Karşımdaki yaşlı tabloya uzaktan annelik yapan sessiz hıçkırıklarım, iki yanağıma düşen gözyaşlarımın bir rehinesiydi. Bu yüzden dudaklarımın arasında kuruyan kelimeleri yeniden suya tutmak oldukça zordu.
"Dallarını çırılçıplak görmek, canımı öyle acıtıyor ki yeşil yaprak..." dedim gölgesine sığınmak istediğim arkadaşıma. Ona doğru sürüklenen ayaklarımla birkaç çimenin ruhunu yukarıya kaldırdım. "Uzun zaman oldu... Çok uzun zaman oldu seninle yalnız kalmayalı... Hatırlıyorum da, en son seninle yalnız kaldığımda tam altı yaşındaydım. Senden ve ailemden başka hiç kimsem yoktu. Bütün insanlardan nefret ediyordum. Onlara güvenmeyi hiç istemiyordum. En önemlisi de, seni unutmak istemiyordum..."
Dişlerimi sızlatan cümlelerimin ödlek ruhunu kambur bir çarmıha germek isterken, öfkeyle üzerime saldıran yağmurun zafer damlaları da zihnimdeki sayfalara bir çekirge edasıyla sıçrıyordu.
Küçüklüğümden geleceğime miras kalan anılarımın her biri zihnimin sayfalarında hüküm sürüyordu, bu yüzden kalbim ve mantığım hep bir ağızdan yağan yağmura dişli bir rakip olacağımı söylüyordu.
Koyu bir mürekkebin yavaşça saçlarımdan aşağıya doğru akıp toprağa süzüldüğünü hissettim.
"Buraya senden özür dilemek için geldim yeşil yaprak; sana ihanet ettiğim için, insanlara güvendiğim için, hatta seni koruyamadığım ve unuttuğum için..." derken başımı bir suçlu gibi eğdim. Üzüntümden kucağımda ağırladığım günlüğümü bile daha sıkı tuttum. "Özür dilerim. Çok özür dilerim... Sen benim hâlâ en iyi arkadaşımsın... İlk kez sarıldığım, ilk kez başımı yasladığım arkadaşımsın. Hep de öyle kalacaksın. Biliyorum, ben kabalık ederek seni unuttum, ama sen beni sakın unutma. Olur mu yeşil yaprak?"
Esen rüzgâr yüzüme bir tokat gibi çarparken gri gökyüzünde hâlâ rakibimin toplantısı vardı, kuşlar ağızlarında kalem kadar yem taşırken ben de elimdeki günlüğümü güçlü kollarımın emniyetinde mümkün mertebe muhafaza ediyordum.
Yağmur...
Hep hoş gelen, ama hiç hoşça kalamayan... Beni ıslatan yağmur, yeşil yaprağın gölgesinde, o korkunç sesiyle kulağıma gürüldeyen... Küçücük ayaklarımın altında bir böcek gibi ezilen yağmur...
"Her yağmur yağdığında seni hatırlamak ne kötü... Hep de hatırlayacağım galiba," diye dert yandığım Yağmur'a, en zehirli ses tonumdan ikram ettim. Yavaşça meşe ağacına emanet ettiğim sırtımı, arkasında kalan kumral saçlarım eşliğinde kıpırdattım. Elimde savcılık yapan yağmur damlasına gözlerimle balta saplarken sanki en çok benim canım yandı. "Benim eski arkadaşım... Ne acı ki, bundan sonra hep kötü hatırlayacağım seni; mavi gözlerini, tombul yüzünü... İnan bana, artık başımın üstünde yerin kalmadı, sadece ayaklarımın altında olacaksın."
Günlüğümü fetheden ellerimi hızlıca gevşettiğimde teker teker tüm sayfalarını öldürmeye başladım. Bir, iki, üç derken belki de kırkı yarıladım.
"Al!" diye haykırdığımda gölgem bile özgürlüğün yuvasına düşmüştü. "Bütün sayfalarım senin olsun! Hepsini okursun!"
Ve defteri havanın kızgın kaşlarına, ağlayan gözlerine fırlattım. Bütün sayfalarımın yeri kuşattığını gördüğümde hızla bastıran yağmura da bir damla ben hediye yolladım. Gözyaşı misali...
"Senin olsun Minik... Sadece senin."
🍃
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN ELASI
Roman pour Adolescents"Dokun," dedin parmaklarımı yanağına tutarken. "Yüzüme dokunmak istediğini biliyorum." Ben aniden gerildim. Sen içtenlikle gülümsedin. "Bak..." dedin parmaklarımı üç ufak çizgine dokundururken. "...üçü de senin için çıktı Duru Seçkin, yüzüme dokunma...