Zilin, özgürlüğünü ilan edişiyle birlikte nihayet öğle arasına girmiştik. Sınıf apar topar boşalırken, Minik de beni kolumdan asılırcasına tutarak sürüklüyordu. Merdivenleri ikili üçlü inmek zorunda bırakan Minik'in mavi gözlerine baktığımda, acele etmesinin sebebini rahatlıkla anlayabiliyordum. Sevdiği bol sütlü çikolata, yarış atlarının koşturma hızı kadar çabuk tüketiliyordu. Koşturmanın yarattığı etkiyle hızlıca alıp verdiğim nefesimin ardından, garip bir şıngırtı sesiyle irkildim. Ama kantine koşar halde gidiyorken, dönüp bakmama ufacık bir fırsatım bile yoktu. Muhtemelen ayağım burkulsa, 'hemen gidip o çikolatayı al, sakın beni düşünme, herkes bir gün ölümü tadacak' diyebilecek vaziyetteydim.
Tostlar cıs ederken, canını çıkarmak ister gibi ayranımı çalkalıyordum. Yerimize oturduğumuzda, yiyecekleri ilk defa ben daha önce bitirmiştim. Açıkcası ikimizde bundan rahatsız olmamıştık, aksine hep yapmak isteyip de yapamadığımız bir şeydi. Toparlanıp kendi sınıfımıza çıktığımızda, Minik her zamanki gibi arkamdan geliyordu.
Sınıftaydın.
Ben yemeğimi aşağıda bitirmiştim ama sen henüz başlamamıştın bile. Bembeyaz ayranını açtığın gibi höpürdetirken, ben de güzelliğine rakip bile bulamadığım hoş hareketlerine bakıyordum. Neticede bana bakmadığın için, pek sorun olacağını zannetmiyordum. Gözlerin birdenbire yaslandığım kapıya kayınca, maphushane suçluları gibi kendimi içeriye attım. Görmemiş olmanı umarken sıcak yemeğine odaklanışın, bunu çok masumca kanıtlamıştı. Sınıfta tek tük insan vardı. Umursamaz bir yüz ifadesiyle, sırtımı sert tabakalı sırama yasladım. Az sonra Rüzgar bana bakmakta ısrarcı bir halde içeriye girince, bir anda aşık olduğum yüzünün bana doğru döndüğünü hissettim. Rüzgar, inatla bana yaklaşıyor gibiydi ama sonrasında uslanarak uzaklaştı ve parfümünün kokusunu sınıfın boğucu oksijenine yedire yedire kendi yerine geçti. Uzaklaştığını gördüğüm anda, sükun bulmuş kuşlar gibi hafiflemiştim, gerçekten Rüzgar benden uzak durmalıydı.
Yavaş yavaş sınıf dolmaya başlarken, Burcu'yu görüp kusma derecesine gelmiştim. Bu kız... Yine eteğini üçe katlamıştı. Kahverengi gözlerimi zarifçe kırpıştırarak kendi üzerimi inceledim, pantalon sahiden daha rahat hissettiriyordu. Yalçın omzumda hissettiğim tombik elle birlikte, yüzümü aniden Minik'e çevirdim.
"Bugün bileklik taktığını hatırlıyorum."
Koluma baktığımda bariz bir şekilde gözlerime sunulan huzursuz boşluk, içimdeki tozlanmış çalı çırpıyı alev alev yakmaya başlamıştı. Yerimden ani bir kalkış yaparken, oturduğum sıranın her yerini incelemeye başlamıştım.
"Kaybettiğime inanamıyorum."
"Sakin ol." dedi Minik kolumdan tutarken. "Elbet buralarda bir yerlerdedir, birazdan buluruz."
Çatırdayan başımı onaylamış anlamda sallayıp, tahta sırama iyice gömüldüm. İçim rahat değildi. Sıradan bir bileklik gibi görünse de, manevi değeri ciddi anlamda çoktu benim için. Son doğum günümde babam almıştı onu bana. Ölmeden önce bana bıraktığı son ve en kıymetli hediyeydi.
"Bir sorun mu var?"
Bana soru yönelttiğini görünce olduğum yerde afalladım ama çok şükür ki, hemen halimi düzeltip varla yok arası bir tebessümümü seninle paylaşmayı başarmıştım. Kumral saçlarımı ahenkle elime alıp geriye bırakırken, ensemi sıvazladığım minik parmaklarımı heyecandan sıranın üzerine koymuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN ELASI
Novela Juvenil"Dokun," dedin parmaklarımı yanağına tutarken. "Yüzüme dokunmak istediğini biliyorum." Ben aniden gerildim. Sen içtenlikle gülümsedin. "Bak..." dedin parmaklarımı üç ufak çizgine dokundururken. "...üçü de senin için çıktı Duru Seçkin, yüzüme dokunma...