43. Bölüm

4.2K 468 73
                                        

Gün aydığında, Muhammed Yusuf soluğu Bahoz Ağanın yanında aldı. Söz vermişti ve emniyetten gelecek haberin kaç günde geleceğini bilememekteydi. Yine Bahoz Karabağ'ın hükmünün, Muhammed Yusuf Karabağ'da geçmediği bir andaydılar. Daha doğrusu Açelya'nın Amed'e adım bastığı, nefesi değdiği andan beri, Muhammed Yusuf Karabağ kendi başına bir devrimdi...

Bahoz Karabağ "Söz verdiniz!" dedi ama ne fayda, Muhammed Yusuf manipüle olmayacak kadar tanıyordu atasını.

"Vermedik," dedi bundan gayrı rahatça. "Sen, Açelya'yı manipüle ettin. Onu, burada, boğulacağını bile bile, kafes içerisinde sıkışması için manipüle ediyorsun. O da nefesi yetmeyecek, yüreği kaldırmayacak oluşuna rağmen ailesinden vefayı öğrenmiş bir evlat olduğu için sana başkaldırmıyor..."

"Peh!" dedi Bahoz Ağa, tükürürcesine. Geç bunları dercesine elini de savurdu heybetlice. "Ben sözümü bu olaylardan önce aldım! Yaşanan onca şeye rağmen de ona verdiğim sözü tuttum. Karşılığını istemem suç mudur, günah mıdır?"

"Değildir," dedi Muhammed Yusuf, dudak bükerek. Dürüstlüğünü kaybedecek değildi. Babasıyla karısının yaptığı anlaşmayı bile bilmezken, babasının karısına arka çıktığı her bir an için de ayrıca minnettardı ama konak karışacaktı. Hem de çok karışacaktı ve Muhammed Yusuf, Açelya konakta değilken yaşansın istiyordu her şey. Çünkü biliyordu, Açelya kaldıramazdı. Bildiğini de sakınmadı, "Yapma baba," dedi yakarırcasına. "Başıma kül yağmıyor diye sevinemeden, ağabeyim hepimizin başına küller serpiştirdi. Bundan sonrası tufan..." Tiksintisine karışmış bir kederle baş savurdu. "Bir insan, kendisine sadece acı veren yerde ve insanda ne kadar kalır Allah aşkına? Gün yüzüne hasret bırakılandan, neyin anlayışını bekleyebiliriz sonrasında? Ben karıma ne vadettim, neler vermiş olacağım!"

"Hep sen zaten!" dedi Bahoz Ağa ama içinden de bir ses yükseldi: 'Hep Avjîn değil miydi?'. Yalan yok, bugün karşısına geçilip Bahoz Karabağ'ın; tek bir yaşayacak evladın olmayacak ama Avjîn Karabağ dizinde yaşlanacak denseydi, kabul ederdi. Ne bir çoluk çocuk baskısıyla gözünün nurunun yıpratılmasına imkân verirdi, ne de gözünün nurunun gözünden akacak bir yaşa! Ama geçen giden zaman geri gelmiyordu ve Bahoz Karabağ; Mehmet Emin'in ki gibi kalpsiz ve sadece soy devamına sürdürülecek bir yaşamdansa, Muhammed Yusuf'unki gibi sevdaya adanmış bir ömrü tercih ederdi. Boynuzdu bu, kulağı geçerdi ve vaktiyle yediğiniz naneleri hatırlayan bir hafızanız olduğu müddetçe, empati yapmamak hiçten değildi. "Gidin," dedi ama iznine ihtiyacın olunmadığını ve saygıdan kendisine danışıldığının farkındaydı. "Ama çok uzatmayın. Benim Açelya'ya ihtiyacım var..."

Muhammed Yusuf, işittiğiyle pervasızca tebessüm etti. Kapıdan içeri dahi sokulmayacağı söylenen gönlü, elzem olan olmuştu. 15-16 yaşlarında, genç bir erkeğe dönüşüverdi o anda. "Sevdin değil mi?" dedi. İçindeki çocuk, onaylanma ihtiyacı mı hissediyordu bilinmez ama sevdiğinin sevildiğini öğrenme arsızlığıyla sarındı. "Su gibi," derken, içi bir su oldu aktı. "Suya da anlatırsın ya derdini, kederini, kâbusunu ve senden alır, aynı o şekil..."

Kızması, hadsiz diyerek fırçalaması gereken bir durumda olmalarına rağmen Bahoz Ağayı da bir gülme aldı. Açelya için konuşacak olsaydı, tükürdüğümü yalattırdı derdi Bahoz Ağa ya da büyük konuşmak yerine büyük lokma yemem gerektiğini hatırlattı ama Açelya, iyi yetiştirilmiş bir evlattı. Kendisine ait bir omurgası vardı ve toplu yaşamlarda bu bulunmaz bir hint kumaşıydı. Kimsenin lafıyla bir yere gitmiyor, iş yapmıyor, cephe almıyordu. Saygıyı çok iyi biliyor, çizgisini her daim koruyordu.

"Bir kere uyardım," dedi ciddi kalmaya çalışır bir halde, oğlunun yüzüne işaret parmağını savurarak. "Nazar edeceksin sonra da ardından ağlayıp duracaksın, hastane bahçesindeki gibi! Az bir kendini bil! Biz insan içinde bırak sevdamızı konuşmayı, evladımızın başını okşayamazdık!" Hadi ya dercesine kaşları havalanınca Muhammed Yusuf'un, Bahoz Ağanın yüzü huysuzca buruştu. Çünkü o, evlatlarının başını okşamaktan kaçınanlardan hiç olmamıştı. Gönlünde bir tahtı vardı ve o tahtta sevdası olan Avjîn ve evlatları oturmaktaydı. Bir tahtta oturduğunu yaşadığı gün kadar Avjîn nasıl görmüşse, evlatları da hep hissetmişti. "Beni karıştırma," dedi başını mağrurca savurarak. "Babam da böyle yapmıştı diyerek beni örnek alma. Çünkü oğul..." Yüzünde merhametli bir tebessüm belirirken, dili hayıflandı. "Bizim zamanımızda, düşman da mertti. Pusuya çekilmez, kalleşçe vurulmazdın. Ha vuracak mı biri seni?" Yaşından ötürü derisi kırışmış olan sağ eli bir silah görüntüsü alıp, Muhammed Yusuf'un alnına doğruldu. "Ha böyle geçerdi karşına, gözünün içine baka baka alırdı canını!" Haklısın dercesine baş sallandırdı Muhammed Yusuf. Sırtını aile üyelerine bile tam bir güvenle dönemez hale gelmişken, kendisini düşman edenlerin de mert olmadığını düğün gecesi bizzat deneyimlemişti. "Bu yüzden sen sen ol oğul, canının onda attığını bırak bir karın bilsin. Karın bildikten sonra başkasına zaten gerek yok."

Ava DileminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin