Dersin bittiğini gösteren zilin çalması ile elimdeki kalemi bırakıp derin bir nefes aldım. Her yerim ağrıyordu. Öğle arasına girmiş olmalıydık.
Yanımda tahtakileri deftere geçiren Ulaş'a döndüm. "Kantine kahve içmeye mi gitsek?"
"Gidelim gitmesine de Baran sorun etmez mi?" Kaşlarımı çattım. Ulaş, yazma işini bitirmiş olacak ki o da kalemini bırakıp bana doğru döndü. "Çekiniyor musun?"
"Hayır ondan değil. Ben senin için söyledim. Benim çekineceğim bir durum yok"
Onun bu kadar kararlı olması tebessüm etmeme neden olmuştu. Doğru söylüyordu, aslında çekinen biraz olsun bendim ama ne yapayım şimdi? Gidip de kantinde de oturmayalım mı?
"Bir şey olmaz" dedim ve elini tuttum. "Alışması gerekiyor"
Kafamı önümüzde oturan Mine'ye çevirdim. "Sen geliyor musun?" Kafasını kaldırıp bana bakınca ofladı. "Maalesef, Baran'ın yanında olsam daha iyi olur. Zar zor gönlünü aldım zaten"
Ah, evet. Baran da Mine'nin bildiğini öğrenmiş sabah. Ama Mine neyseki kendi aralarının bozulmasına izin vermeden bu işi hallettiğini söyledi. Baran'ın en sonunda kabulleneceğini biliyordum. Hem bana kıyamazdı ki o. Kabul etmekten başka şansı yoktu.
Sadece biraz zaman...
Ulaş ile birlikte ayağa kalktık. "Eğer isterseniz kantindeyiz biz gelirsin. Baran'a söyle bunu" Mine, gülüp bana kafa salladı. Sınıftan çıktığımızda ellerimi hırkamın cebine soktum.
"Acaba yanlış mı yapıyoruz?"
"Ne konuda?"
Omuz silktim. "Bilmiyorum. Gidip bir şey yapmıyoruz. Ya bizden bir şey bekliyorsa?"
Merdivenlerden inerken yukarı doğru kalabalık bir grup çıkınca beni belimden tutup kendine doğru çekti ve onlara çarpmamamı engelledi.
"Onunla gidip konuşacağım merak etme"
"Ama kavga etmek yok" diyerek işaret parmağımı ona doğru salladım. Kantine gireceğimiz sırada elini belimden çekip gülerek kafasını salladı. "Yok"
Kantine giriş yaparken bakışlarımı etrafta gezdirdim. "Sen istersen geç otur. Ben ikimizi de kahve alayım" bunun iyi fikir olduğunu düşünerek onu onayladım ve kenar köşede boş olan masaya geçip oturdum.
Kantin şaşırtıcı bir şekilde kalabalık değilken parmaklarım masanın üzerinde ritim tuttu. Bakışlarımı Ulaş'a çevirip onu izlemeye başladım. Uzun boyu, okul formasıyla bile yakışıklı oluşu... Kendimi şanslı hissediyordum.
Sadece bir kaç saniye sonra hiç karşılaşmak istemeyeceğim bir görüntü ile karşılaştım. Gözlerimi kısarken Pelin ve Ulaş'a daha dikkatli baktım.
Nereden çıkmıştı şimdi bu kız? Ne güzel kaç gündür görmüyorum diye seviniyordum ama ilk fırsatta yine Ulaş'ın dibinde bitmişti. Üstelik onunla konuşmaya çalışması...
Bakışlarımı Pelin de sabitleyip bir an önce gitmesini diledim. Simsiyah uzun saçları ve beyaz teni vardı. Boyumuz hemen hemen aynıydı. Güzel kızdı hakkını yiyemem.
Kızın bir şey almamasına rağmen durup Ulaş ile konuşması sinirlerimi bozmaya başlarken gayet ciddi bir şekilde konuşması ise masanın üzerinde olan parmak hareketimi hızlandırmıştı.
Kantinci nihayet Ulaş'a kahveleri verdiğinde içim biraz olsun rahatladı. Yani şeytan diyor ki, git 'sevgilimle ne işin var' diye kızın saçlarına yapış.
Kafamı iki yana salladım. Kesinlikle saçmalıyorum. Alt tarafı konuşuyorlardı Duru, aptallık etme.
Ulaş, kıza nezaketen gülümseyip yanından ayrıldığında bakışlarımı hemen çektim. Niye gülümsedi şimdi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sev Beni
Novela JuvenilElimi kaldırıp kalbinin olduğu o noktaya koydum. "Ama kalbin acıyordu" annesine o gün öyle söylemişti. Bakışlarındaki o ifade değişirken buruk bir tebessüm etti. Elimin altındaki kalp atışları birden hızlandı. "Evet kalbim acıyor ama üzülmüyorum. Ç...