Selamn aleyküm ve rahmetullah. 29 Haziranda, belki haberlerde görmüşsünüzdür. Gazze'ye insani yarım götüren 3 gemiden 2 tanesi ulaşamadan döndü ve adı Marianne olan gemi ise son vakte kadar direndi fakat İsrail deniz kuvvetleri tarafından alınıp Aşdod limanına götürüldü. İsrail israiilliğini yaptı. Şaşırdım mı? Hayır. Ama içimi kanatan bir şey vardı. Ellerinde pankartlarla sahilde, gemileri bekleyen ve 'Özgürlüğümüzü desteklediğiniz için teşekkür ederiz'' sloganları atan çocuklar.. Kocaman yürekli çocuklar. Onları görmeyi, onlara sarılıp öpmeyi çok isterdim. Belki şimdilik buradan yazıyorum ama belki bir gün onlara söylemek de nasip olur; ' Üzülmeyin, mahzun olmayın. Bizim yüreklerimiz özgür, onların olmayan beyinleri tutsak! Mavi Marmaralar, Marianneler geri çevrilebilir. Ama Gazze'ye uzanmaya çalışan eller Allahın izniyle hep olacak.'
Ve yine Çin bize hatırlattığında hatırladığımız Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz. Onları dualarımızda eksik etmeyelim. Rabbim bize de bu ümmetin cesur ve aktif ferdlerinden olmayı nasip eder bir gün belki ve silahımız olan dualarımızla o kardeşlerimizi kafirlerin zulümlerinden çekip kurtarmak nasip olur in şaa Allah.
Mısırı, Suriyesi ve daha Nicesiyle, yaklaşan Bayram'a acıyla değil, Bayram sevinciyle girme duasıyla.
Keyifli okumalar. Eksikliklerim ve hatalarım için şimdiden özür diliyorum, Hakkınızı helal edin, Selametle!
Telefonun ekranına öylece bakıyordum. Kilitlenip kalmıştım. Kafamı sallayıp, telefonu cebime attım. Niye beni facebooktan eklemişti ki ? Gerçi Abdullah da bende ekiliydi. Belki önerilenlerde filan çıkmıştım. Kesin ayıp olmasın diye eklemişti. Yaptıklarımdan dolayı kendimi Hamza'ya karşı hala mahcup hissediyordum. Bir yanım da ondan hiç bir şekilde hoşlanmıyordu. İsteği kabul ettiğimde ve etmediğime olcak olan durumların olasılıklarını hesapladım. İki türlü de iş tamamiyle can sıkıcıydı. Bu mevzuyu düşünmeyi bıraktım. İsteği onaylasam bile bu sabah olacaktı asla bu saatte değil.Oturduğum sandalyeden yavaşça doğruldum. Balkonun korkuluklarına yaklaştım. Soğuk demire iki elimi de yaslayınca , damarlarımdaki kana kadar buz kesildim. Karanlık sokakta sesler duyunca irkildim ve refleksif bir hareketle sesin geldiği yönü taradım. Bir kaç genç kendi aralarında gülüşüp, koşuşturuyordu. Onları görünce uzun zamandır koşmadığımı anımsadım. Biraz halsiz olsam da içimde durduramadığım bir enerji vardı ve benim bu enerjiyi bir yerlerde kullanmam gerekiyordu.Yüzümü yalayıp geçen rüzgarın serinliğine aldırmadan, Gazzenin havasını içime çektim. Bir insan bir şehre ne kadar aşık olabilirse o kadar seviyordum Gazzem'i. Gülümseyerek başımı daha çok yukarı kaldırdım.Zihnimde dönen fırtınalara inat, serin bir bahar gününün güneşi gibi gülümsüyordum. İçimdeki çocuk çoktan öldü desem de, ironik bir şekilde hiç de büyüyemiyordum.Yarım saat daha balkonda kalıp hiç bir şey düşünmeden rahatlamaya çalıştım. Ve daha fazla soğuk almadan içeri geçmenin iyi olacağını düşünerek odama doğru sessizce yol aldım.
***
Yengem , Zeynep ve Nurbanu salonda oturuyorlardı. Yine kalan herkes dışardaydı.Ben de oturma odasına geçip usanmadan annemin defterlerini karıştırmaya başladım. Aynı satırları yüzlerce kez de okusam doymuyordum. Annemin kokusu her bir satır arasına gizlenmiş gibiydi.Aniden içeriye yengem girdi.
"Nesibe? "
"Buyur Yenge ?"
''Nasılsın kızım? Bir sıkıntın filan var mı? Baş dönmelerin devam ediyor mu?''
''Yok yenge. İyiyim ben elhamdülillah.'' "Halimelere gidiyorum ben çocuklarla, sen de gelmek ister misin ?"Zeynep koşarak yanıma geldi ve sarıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİRENİŞ
SpiritualBurası kanın kızıllığının her karışına bulaştığı, gökyüzünün kana bulandığı yerdi . Burası ölümün insana nefesinden daha yakın olduğu yerdi . Gazze'de doğmak; doğuştan direnişçi olmaktı . Küfre, açlığa, susuzluğa, ölüme ve en çok da suskunluğa diren...