Amcam yanıma geldiğinde, İmam da ayağa kalmıştı.
''Nesibe, vaktimiz çok az. Bir kaç saat sonra Kahire'ye gitmek üzere uçağa bineceğim. Seni Kahire'den alırım. Yüz yüze geldiğimizde her şeyi anlatacağım sana söz veriyorum ama şimdi olmaz. Ömer ve Zeynep için elimden gelen her şeyi yapmaya hazırım. Yılların telafisini ancak bu şekilde sağlayabilirim.''
Türkçe konuştuğu için dediklerini biraz geç anlıyordum ama nihayetinde anlıyordum. Annem ailesini bir trafik kazasında ben çok küçükken kaybetmişti ve ne bir dayım ne de bir teyzem vardı. Annemin diğer akrabalarını da hiç bilmiyordum.
''Size neden inanayım ki?'' dedim bozuk türkçemle.
Evet telefonu Ahmet getirmiş olabilirdi ama Ahmet'i kandırmadığı ne malumdu?
Ahmet huzursuzca yerinde kıpırdanıp dururken,
''Haklısın, bana güvenmen için hiç bir sebep yok. Sana sadece tek bir şey söyleyebilirim. Abdullah'a itimad ediyorsan benim sözlerime de güven. '' dedi dayım olduğunu söyleyen adam.
Seslice yutkundum.
''Ben..''
Amcam elini uzattı ve telefonu istedi.
Çekinerek de olsa verdim.
Amcam imamı da salondan çıkardı ve telefonla konuşmak için salondan dışarı çıktı.
''Ahmet ? Sen o adamı nereden buldun?'' diye seslendi yengem.
O adam.. Yengem ne kadar da iğrenir gibi konuşuyordu.
''Ben bulmadım Zehra Teyze. Kardeşimin yarım bıraktığı işi tamamlıyorum sadece.''
''Ahh Abdullah ah.'' Dedi yengem nefesini dışarı vererek.
Berre atıldı.
''Ya sen yüzükleri versene! Bak imam da içeri geçti, Umarım bu rezalet nedir diye çıkıp gitmez!''
''Yüzüklerin henüz vakti değil. Kerim amcayı bekleyeceğim.'' Dedi Ahmet sert bir yüzle.
''Ama al hamza efendi bunlar yüzüklerin, bunlara değil, yenilerine yazdırdım. Kerim amca onaylarsa eyvallah yok vermezse, bunlar çöp. Zaten kardeşim görse filan.. Mazallah.''
Abdullah'ın yaşıyor gibi konuştuğunda tüm tüylerim diken diken oluyordu.
Göz ucuyla Hamza'ya baktım. Gözlerindeki tereddüt ve hatta korkuyu seçebiliyordum. O da kaşlarını çatarak bana baktı. Dışardan sinirli dursa bile, yüzündeki hüznü okuyordum.
Yapma der gibi bakıyordu.
Ahmet'e döndüm.
''Abdullah nerede Ahmet?''
Halam,
''Ayy yine mi başlıyoruz. Ben korkuyorum artık.'' Dedi.
Ahmet ise sadece duruyordu.
''Tamam öyle olsun, hiç bir şey söyleme. '' dedim.
''Yenge bak,'' diye bir adım attığında Ahmet, Hamza da attı ve önüme geçer gibi durdu.
''İstediği cevabı verecek cesaretin yoksa, kimsenin boşuna aklını karıştırma Ahmet.'' Dedi sertçe.
''Hamza efendi, gerçekten fazla oluyorsun. Çok cesaretliysen buyur sen söyle!'' Dedi Ahmet, Hamza'nın iyice dibine girerken.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.
Benden sakladıkları şeyi öğrendiğimde ikisine de bu günlerin hesabını ödetecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİRENİŞ
SpiritualBurası kanın kızıllığının her karışına bulaştığı, gökyüzünün kana bulandığı yerdi . Burası ölümün insana nefesinden daha yakın olduğu yerdi . Gazze'de doğmak; doğuştan direnişçi olmaktı . Küfre, açlığa, susuzluğa, ölüme ve en çok da suskunluğa diren...