Selamn aleyküm kardeşler, ülke olarak çok depdebeli ve sıkıntılı dönemlerden geçiyoruz. 1 senedir duymadığımız şehit haberleri yine her haftanın hatta her günün gündemi oluyor. Son kale olduğuna inandığım Türkiye'nin düşmemesi için sizlerden hummalı bir dua çalışması bekliyorum. Çok geç olmadan ellerimizi semaya kaldırmalıyız. Çünkü Allah'ın gadabı coşar ve helak gelirse o zaman tevbe etmenin de dua etmenin de bir faydası olmaz. Rabbim bize Rahman ve Rahim sıfatıyla merhamet etsin.
Gecikme için de özür dilerim, biraz rahatsızdım ve kurstan evime yeni döndüm, sonraki bölümleri elimden geldiğince daha hızlı yazmaya çalışacağım, bundan sonraki bir kaç bölüm daha fazla bilgi içerikli olabilir, kahramanlarımızın hissiyatları ile anlatmak istiyorum ama bir yandan da ne kadar büyük bir katliam olduğunu size göstermem için sayıların önemi olduğunu düşünüyorum. Bir ölü sayıcılığından uzak, acı gerçekleri tatdığımız bölümler olur inşa Allah. Hatalarım varsa affola, Bana hoşunuza gitmeyen yahut istediğiniz şeyleri bildirebilirsiniz. Bu arada geçen bölüme Hamza'nın söylediği arapça ezgiyi türkçe altyazısı olan bir video ile koydum izlemek isteyenler oradan bakabilirler.
Allah'a emanetsiniz, Selametle.
Yengemlerin evinin arka sokaklarında bir bisikleti canhıraş sürüyordum. Bir yandan da gördüğüm her yere bakıp Abdullah' ı arıyordum. Avucumdaki fotoğrafını daha sıkı tutup bisikletle son hız ilerlemeye devam ettim. Abdullah' ı neden aradığıma dair bir fikrim yoktu ama ölümüne onu arıyordum. Dizlerimde derman kalmayıncaya kadar pedalı çevirdiğimde her yanı çakıl taşlarıyla dolu bir araziye geldim. Bisikleti yere bıraktım. Az önce geçtiğim sokakları adım gibi bilsem de burayı daha önce hiç görmemiştim.
Koşarak ilerlemeye başladım. Gökyüzü bulanıktı ve sis her yanı sarmıştı. Göz gözü görmüyordu. Koşturmayı sürdürdüm. Ve aniden karşımda duran Abdullah'ı gördüm. Bir az önce de orada mıydı?
Abdullah'ı görmemle adımlarım yavaşlamıştı ve nihayetinde durmuştum.
Arkasında görünen devasa dağlar ve hemen ayaklarının ardında derinliğini kestiremediğim bir uçurumla Abdullah beni çağırıyordu. Ellerini bana doğru uzattı, gel diye işaret ederken. Her adımımda Abdullah geri geri, uçuruma doğru gidiyordu. Ben de ondan giderek uzaklaşıyordum.
Ellerimi ileri doğru uzattım.
"Abdullah dur !"
Hiç konuşmuyor sadece elleriyle gel işareti yapıyordu. Yüzünde anlamlandıramadığım bir gülümseme vardı. Bense telaş içindeydim.
Bir anda yeniden koşmaya başladım. Ve Abdullah da kollarını iki yana açmıştı ki arka üstü uçuruma düştü.
"Abdullaaaaahh !"
Gözlerimi açtığımda kendimi oturma odasında, bir kaç gündür namazlar dışında nadiren çıktığım yatağımda buldum. Havaların değişmesi, nem, sıcaklık ve aşırı stres yüzünden hastalanmıştım. Zaten yaz geldiğinde muhakkak hasta olurdum, bu benim için gelenekti.
Kapı tıklatıldığında başımı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım.
''Nesibe iyi misin?''
Ama Abdullah'ın sesi kendime gelmeme izin vermiyordu. Acaba hala rüyada mıydım?
''Nesibe, gelebilir miyim?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİRENİŞ
SpiritualBurası kanın kızıllığının her karışına bulaştığı, gökyüzünün kana bulandığı yerdi . Burası ölümün insana nefesinden daha yakın olduğu yerdi . Gazze'de doğmak; doğuştan direnişçi olmaktı . Küfre, açlığa, susuzluğa, ölüme ve en çok da suskunluğa diren...