Direniş

11.3K 598 30
                                    

Toprağın üzerinde tozu dumana karıştırarak bir kız geliyordu. Şaşkın bakışları her yerde babasını arıyor, sokakları boydan boya geçerek; kesilen soluğuna aldırmadan hızla yarıyordu.

Eş-Şucaiyye mahallesini gözleri yaşlı bir kızın korkusunu ve özlemini sesinden saklayamadığı çığlığı dolduruyordu.

17 yaşında savaşın hain ebeveynliğine maruz kalmış ve soluksuz büyümüştü. Henüz çocuk yaşta olmasına rağmen, ruhu delik deşik olmuş, içindeki çocuk göz kırpılmadan katledilmişti. Acının damakta kalan soğuk tadı zihnine kazınmıştı.

Hiç durmadan koşuyordu. Sanki koşarsa her şey düzelecekti. Kendi ağırlığını taşıyamayan binaların yıkılışını izlemek, cesetlerin sokaklarda uzanışına şahit olmak artık ağır geliyordu. Olgunluğun ilk safhalarından biri de buydu; elindeki her şeyi ortaya koyup bir şeyler yapmak isteği ve bunun işe yaramamasıyla başa çıkma mücadelesi...

Sırtında, içinde oklarının olduğu gedeleçini, orda olduğunu kendine hatırlatmak istercesine, sağ omzunda asılı duran deri ipini gererek, sırtıyla bütünleştirdi.

Babasının Uhud harbinde cesurca savaşıp okçular kafilesinde yer alan kadın sahabe Hz. Nesibe’yi anlattığı hikâyeler, beyninde tekrar ve tekrar dönüyordu.

Babası günler önce gittiği çatışmadan hala dönmemişti. Herkes onun şehit olduğunu söylese de, ortada cesedi olmadığı için o, inanmıyordu.

Küffar ordusunun kini hiç dinmiyordu. Buna karşılık, kulaklarda bir ayet yankılanıyordu: ‘’Kininizle geberin! Allah kalplerinizdeki kinlerinizi biliyor’’(Al-i İmran 119.)

Hızını giderek düşürdü ve tamamen durduğunda çatlak dudaklarının arasından, gökyüzünü dolduran bir çığlık koptu.

‘‘Baba, Neredesin?’’

Soruşuna karşılık gelmeyeceğini bildiği halde, içinin derinliklerinde, kırıntıları kalan umuda tutunarak sormuştu.

Birkaç dakika kendisini taşımakta zorlanan bedenini ayakta tutmakta güçlük çekerek, sessizliği dinledi. Sessizliğin acı dolu çığlıkları önce kulaklarını sonra da gözlerini doldurmuştu.

Alev alev yanan gözlerini ağlamamak için kırpıştırdı ve tırnaklarını avuçlarına geçirdi.

Kanadı kırılan bir kuşun yere düşmeden önceki son çırpınışına benzeyen, yalnız kendi duyabileceği bir ses tonuyla yere yığılmadan önce son kez mırıldandı:

‘’Geri dön Baba, sana ihtiyacım var. Annem ve Sen olmadan nasıl güçlü durabilirim ki? Senin de gittiğini Ömer ve Zeynep’e nasıl anlatırım.’’

Sonlara doğru kısılan sesi ve kendini yavaş yavaş bırakan güçsüz bedeni toprağa düştü. Başı toprakla buluştuğunda gökyüzünün neden kızıl olduğunu düşündü.

Daha fazla direnemediği gözyaşları birer birer yanaklarından süzülüp toprağa karışıyordu.

Annesinin Türkiye’den getirdiği kitaplarda hep masmavi anlatılırdı gökyüzü.

İnsanlar maviye âşık olurlardı, göğün büyüsüne kapılarak.

Ama burası yeryüzünün farklı bir toprağıydı.

Dünyanın gözlerini sıkıca yumup, ellerini kulaklarına siper ettiği ve sağır edici bir sessizliğe gömüldüğü yerdi.

Burası; kanın kızıllığının her karışına bulaştığı, gökyüzünün kana bulandığı yerdi.

Burası; ölümün insana nefesinden daha yakın olduğu bir yerdi.

Burada herkes doğuştan Direnişçi olurdu. Biz hep direnirdik,küfre,kafire acıya,susuzluğa,açlığa en çok da suskunluğa.. Hepimizin ayrı bir hikayesi vardı. Yüzlerce farklı direniş hikayeleri..

Burası GAZZE’ydi ; toprağın kanla buluştuğu yer.

Adaletin susup,zulmün şaha kalktığı;Müslümanların hep sınavı olan ve şu an en büyük sınavlarından birini verdiği kutsal topraklar.

Burası Gazze; Uçurtmaya hasret çocukluğun, gökyüzünün kızıllığında kaybolduğu yer …

DİRENİŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin