Selamn aleyküm kardeşler. İlk olarak hayırlı Cumalar. Hepiniz Bodrum kıyılarına vuran Suriyeli mülteci çocukta haberdarsınızdır. Ben yine de burada da bunu paylaşmak istedim. Aslında bu zamana kadar konuşmadıysak bundan sonra da başta kendi adıma çok da konuşmaya hakkım yok.
Ne yüzüne bakmaya ne de yasını tumaya hakkım var ey kutlu çocuk! 2 milyar müslümanın cesaretsizliğisin sen. Aciziyetisin. Utancımız cürmümüzden az, affeyle Ya Rab.
'İnsanlık öldü deyip kurtulmaya çalışıyoruz. Kurtulamayacağımız bir mahkeme-i kübra var unutuyoruz.' 'Kork o makhemeden ki, hakimin kendisi Şahittir!''
Gerçekten Rabbimiz bize sorduğunda da, ya Rabbi insanlık ölmüştü cevabını mı vereceğiz? Sen vardın ya denilmez mi bize? Elimizden geldiğince en azından imanın en zayıf olan haliyle zalimlere kalbimizle buğz edelim. Onlara sevgi beslemeyelim.
Bir diğer ve son konu ben size Gazze'yi anlatmaya ve İsrail hükümetlerinin, kana susamış yahudilerin zalimliklerini anlatıyorum. Ama asla İsrailde yaşayan herkesten nefret edin gibi bir söylem söylemedim söyleyemem. Hatta netenyahu bile gün gelir müslüman olur olursa da Vahşi Hazretleri gibi, Hz. Hamza'yı da katletmiş olsa aramızda yerini alır ama o gün gelene kadar tüm nefretimi ona kusarım . Yine de israilli ve yahudi tüm insanalra karşı derin bir nefret uyandırmak istemezdim içinizde çünkü müslümanın kalbi kin ve nefreti taşıyamaz.
Efendimiz aleyhisselatu vesselam hazretleri, insanlığın Seyyidi, efendisiydi. En merhametli olan da oydu. Ama bir haksızlık bir zulüm olduğunda da , mübarek alınlarındaki kaşları çatılır ve iki alnının ortasındaki damar belirginleşirdi. Ve hak yerini buluncaya kadar da yerinde duramazdı, şeklinde rivayet edilir.
Yani sözün kısası müslüman ezmeyen ama kendini de ezdirmeyen kimsedir, en azından öyle olması gerekir.
Peki bölüm neden bu kadar geç geliyor?
Hissedemiyorum. Yalan söyleyemeyeceğim.
Filistin halkının acılarını yüreğimde taşıyamadan da yazamıyorum.
Bu bölüm kendimi deli gibi zorlayarak oldu. Hem gecikmeden hem de hakkıyla bölüm yazamadığım için hepinizden Özür dilerim. Allah'a emanet.
Hepimiz bir köşeye yaslanmış bekliyorduk.
Nurbanu ve Zeynep'i iki yanıma almıştım.Salonun bir köşesini sırtımızı vermiş öylece oturuyorduk. Salonumuzu televizyondaki pembe dizilerin sesleri yahut son moda yabancı şarkıların gürültüsü değil, bomba sesleri sarıyordu.
Nurbanu anne diye hıçkırarak ağlıyordu. Ne kadar sakinleştirmeye çalışsam da sakinleşmiyordu. Zeynep ise sadece yüzünü karnıma gömmüştü. Ağlayamıyordu belki de, ne anne diye ağlayabilirdi çünkü ne de baba diye..
Hüseyin ve Rabia birbirlerini, Ömer de Amr'ı sakinleştirmeye çalışıyordu.
Aniden önce kapının sert hamlelerle açıldığını duydum. Sonra salona yengem girdi. Hemen ayağa fırladım.
"Hadi çocuklar gidiyoruz. " dedi.
"Nereye gidiyoruz yenge? "
"Birleşmiş Milletler okullarına ."
"Neden? "
"Haydi Nesibem, soru sorma nolur. Anlatacağım ben sana, haydi yavrum. Herkes bir sırt çantası alsın, içine eşyaları koysun. Rabia sen Nurbanu'nun, Zeynep'inkileri de al. Nesibeninkileri de al hatta. Ömer, sen de Rabiaya yardım et. Nesibe sen benle gel mutfaktan yiyecek falan alalım biz de. " dedi ve beni hızla mutfağa sürükledi .
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİRENİŞ
SpiritualBurası kanın kızıllığının her karışına bulaştığı, gökyüzünün kana bulandığı yerdi . Burası ölümün insana nefesinden daha yakın olduğu yerdi . Gazze'de doğmak; doğuştan direnişçi olmaktı . Küfre, açlığa, susuzluğa, ölüme ve en çok da suskunluğa diren...