39.Bölüm//Kaçış

1.6K 222 14
                                    

Hayat , sermayesi buz olan bir adam gibiydi. Zaman hızla geçiyor, buz satıcısı adam pazarda bağırıyordu: 'Sermayesi buz olan bu adama acıyın, yok mu buz alacak olan?'. Ya zamanla eriyordu buzlar ve elinde hiç bir şey kalmıyordu adamın, yahut satıyor buzlarını, güneşin altında ve azığını biriktiriyordu.

Zaman öyle garip bir mahlukattı ki, beklemek ateşten yakıcı, fark edilmeyen zamansa kızgın güneşin altında eriyen buz gibiydi.

Eylül ayınının ortalarına gelmiştik. Hava bulanıktı. Yağmur atıştırıyordu. Camın önünde ayakta dikiliyordum. Gözlerim ağır ağır yağmur damlalarını izliyordu. Nereye baktığımı dahası ne diye baktığımı bilmiyordum. Tek bildiğim beklemek imtihanına sabretmem gerektiğiydi.

Babamı bekleyecektim, Abdullah'ı bekleyecektim ve hepsinden evvel, kardeşlerimden bir haber bekliyordum, hayırlı bir haber.

Zihnim sürekli geçmişi yad ediyor, ne kadar anı varsa hepsi zihime doluşuyor, birbirleriyle çarpışıyorlardı. O kadar çok düşünce yığılıyordu ki , düşünce karmaşasında boğuluyor ve donuklaşıyordum.

Göğe uzandı bakışlarım. Rahmet yağan gökyüzüne baktım. Rahmetin sahibi Rahman, kuluna şah damarından daha yakın olan Zat, elbette halimden haberdardı. Elbette neler yaşadığımın ne kadar incindiğimi benden daha iyi biliyordu. İstediğim her şeyi vermek için de kudreti vardı. Lakin kul bazen kendisi için şer ister, kendi adına şer için dua eder, Rahman da onun bu duasına reddederek icabet eder, daha hayırlısını ya bu dünyada ya da ahirette mü'min kuluna verirdi.

Lütfun da hoş, kahrında ya Rab! Demişlerdi büyükler.

Büyükler deyince aklıma yengem gelmişti. Yengeme nasıl ulaşırım diye düşünmeye başlamıştım ki dayımın seslenmesiyle irkildim.

''Nesibe?''

Cevap vermeyip, yüzümü pencereden, dayıma doğru dönmekleyetindim.

''Kızım otursana, niçin ayakta bekliyorsun?''

''Yok, sağolun. İyiyim böyle.'' Dedim.

''Yahu inat etme işte, gel sana bir kahve yapayım, sen de şöyle otur gevşe biraz.'' Dedi ve yanıma doğru gelince ben de bir iki adım geriledim.

''İstemiyorum kahve filan. Hamza nerede kaldı ki?'' diyip çantamı aramaya koyuldum.

Dayım kendi kendine söylenedururken holdeki çantamın içinden telefonumu çıkardım.

Hamza'dan gelen bir arama yoktu.

Bir ameliyat kaç saat sürerdi ki? Saat çoktan 1 olmuştu. Bu saate kadar nasıl öyle dikilmiştim ki ayakta?

Rehbere girip Hamza'yı aradım.

Cevap vermiyordu.

Bir kere daha aradım.

Yine sonuna kadar çalmış açan olmamıştı.

''Ne oldu? Kapalı mı telefonu?''

Dayımın yanıma geldiğini fark etmemiştim.

''Hayır açmıyor. Niye açmıyor ki?''

Gerilmeye başlamıştım. Dizlerim titriyordu. Deli gibi dudaklarımı kemiriyordum.

''Açması lazım. Niçin açmaz ki? Hamza açardı. Haber de vermedi. Kesin bir şey var.''

''Bir sakin ol, geç salona bir otur. Laf dinlemiyorsun hiç.'' Dedi ve beni omuzlarımdan tutup salona götürdü.

Tepki veremiyordum. Sadece titriyordum.

Bir kere daha aradım. Ve sonra bir kere daha.

Açan yoktu.

DİRENİŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin