Sınıra bu kadar yakın olduğumu ve her an yakınımda, hatta üzerimde bir bombanın patlayıp, tuzla buz olabileceğimi bildiğim halde kalkamıyordum.
Siyah feracem ve siyah eşarbım, topraktan kopup üzerlerine yapışan tozdan şikâyetçi olabilirlerdi, ama ben değildim.
Ruhumun odaları öyle toza bulanmıştı ki göz gözü görmüyordu.
Kendi içimde kayboluyor, kendimi kaybediyordum.
Sonu olmayan uçurumlara konuk oluyordu içimdeki söz dinlemez divaneler. Ve sonu gelmiyordu hiçbir uçurumun, aksine uzayıp gidiyordu.
Bir yazarla aynı acıda yoğrulmuş olacağız ki tam da Beni yansıtan şu cümleleri söylüyordu.
" Ne zaman içime biraz fazla baksam, yükseklik korkum depreşir "
Uzuvlarım hareket etmek istemiyorlardı. Kalkmama müsaade etmiyorlardı. Sanki okyanusun ortasında bir girdaba terkedilmiş gibi hissediyordum. Beni kuvvetle içine çeken girdap, benimle birlikte zamanı da sürüklüyordu.
Ne kadardır yerde yattığımın hesabını tutamıyordum. Dakikaları saymak işe yarayabilirdi. Bir saniye , rakamlara aşık olan ben, şu an saymayı mı unutmuştum ??
Beynimin sakız gibi sünmesine kulaklarımın uğultusu eşlik ediyordu.
Ne diye bu kadar çok koşmuştum ki? Tüm Şucaiyya'yı yeniden keşfe çıkmışım gibi her karış toprağını arşınlamıştım. Amcamın evinden, moloz yığınlarının arasından göz kırpan evimizin olduğu yere kadar yaklaşık 45 dakikalık bir yürüme mesafesi vardı. Tüm o yolu farkına varamadan bir çırpıda gelmiştim.
Aniden kulaklarımı bir ses doldurdu. Kendi ayak seslerimi mi duyuyordum?
Ama koşmuyordum ki?
Bir çift ayak toprağı dövercesine sert adımlarla yeri dişliyor ve giderek bedenime yaklaşıyordu.
Gözlerim hala kapalı bir şekilde, gelen sesi dinlemeye koyuldum.
Çok geçmeden, toprağın çektiği işkence bitti ve tozlu bir çift ayakkabı sol kolumla temasa geçti.
Ardından omuzlarımı sarsan ellerin sahibi çığlık çığlığa adımı haykırıyordu.
"Nesibe? Nesibe aç gözlerini. Yaralandın mı? Neyin var , aç gözlerini !"
Abdullah.
Amcanın oğlu, Abi'm, hiç bir zaman yaptığı onca iyiliğe adam akıllı teşekkür edemediğim, kabuklarımı kıramayan genç delikanlı.
Aramızda 3 yaş olmasına rağmen korumacı tavırları ve şefkatini hep omuzlarımda hissettiğim yufka yürekli genç adam.
Yanaklarımda hissettiğim çarpma hissi beni hiç etkilemiyordu. Aksine daha çok uykumu getiriyor, uyuşukluğumu tetikliyordu. Gözlerim de benim kadar inatçı olmak zorunda mıydılar? Neden bir türlü açılmıyorlardı?
"Nesibe? Beni duyabiliyor musun? Yalvarırım aç gözlerini? Nesibe"
Sesindeki çaresizlik ismimi tanımlayan harflere yansıyordu. Sanki her bir harfin eline bir pankart tutturulmuş ve her bir pankartta sonu çaresizliğe çıkan sözlük anlamları yazıyordu.
Bir çift ayak sesi daha yorgun ve derin alıp verilen soluğa karışarak durdu.
Abdullah beni silkelemeye devam ediyordu.
"Baba yarası yok ama uyanmıyor. Ne olduğunu anlayamıyorum"
Amcam Ebu Nasr' ın çatlaklarla dolu elleri yüzümde gezinirken havalandığımı hissettim. Amcam beni kucağına almış olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİRENİŞ
SpiritualBurası kanın kızıllığının her karışına bulaştığı, gökyüzünün kana bulandığı yerdi . Burası ölümün insana nefesinden daha yakın olduğu yerdi . Gazze'de doğmak; doğuştan direnişçi olmaktı . Küfre, açlığa, susuzluğa, ölüme ve en çok da suskunluğa diren...