Sabah erkenden Hamza bizi gelip almış, daha kahvaltı bile etmeden hasthaneye götürmüştü. Dayım biraz mırın kırın etse de, Hamza'nın karşısında direnemiyordu. Hamza Zuheyra'ya dur denebilir miydi? Dense de dinlemezdi zaten.
Hastahaneye daha gelmeden arabanın içindeyken Hamza, Dayım'a,
''İsterseniz Amcam, sen ve ben kahvaltıya gidelim?'' dedi.
Dayım hemen, ''Olur nereye gideceğiz?'' dedi.
Hamza gülümsedi.
Dayım hemen gözleri bana çevirdi ve sonra Hamza'ya dönüp,
''Peki Nesibe?'' diye sordu.
''Hakan Amcam'ın kızı gelecek, biz kahvaltıdayken onlar da birlikte ederler. Uzun sürmez zaten Atilla Efendi, meraklanma. Gerçi merak ettiğin de yok ama neyse.'' Dediğinde sesli bir şekilde.
''Hamza.'' Diye onu uyardım. Beni taktığı yoktu, hala kendi kendine gülmeye devam ediyordu . Fakat siniri de yüzünden belliydi. Belki Hamza da benim gibi kafayı sıyırma aşamasındaydı.
''Fazla oluyorsun Hamza.'' Dediğinde dayım,
''Siz kadar değil.'' Diye yanıtladı Hamza.
Bu muhabbetin uzamasından sıkılmıştım. Dayımın ilgisini çekmek için ona kütüphanesindeki kitaplarla alakalı bazı sorular sordum.
Kütüphanesine ondan izinsiz baktım diye sinirlenir mi diye endişelensem de aksine mutlu olmuştu.
''Peki ya İbranice dilbilgisi kitaplarını niye kullanıyorsun? İbranice mi öğreniyorsun?''
Dayım gülümsedi.
''Yok, onlar çok eski zamanlardı. Şu an ibranice çeviri yapıyorum.'' dediğinde, Hamza'nın gözleri yine dikiz aynasından üzerimize çevrildi.
''Ne çevirileri yapıyorsun?'' diye sorduğumda üstü kapalı cevaplar verip beni geçiştirince Hamza önden atıldı.
''Gazete okur musunuz Atilla Bey?'' diye sordu.
''Okurum.'' Diye yanıtladı dayım sertçe.
''Dur tahmin edeyim, Şalom, değil mi?''
''Şalom'u bilirim de, esas sen nereden biliyorsun?'' diye sordu dayım. Ne dediklerini anlamıyordum.
''Bak dün de söyledim, bugün de söylüyorum. İstanbul'da yaşıyorum, filistliyim ve aptal değilim. Bir söz var bilir misin Atilla Efendi, dostunu yakın tut, düşmanını daha da yakın! '' dedi ve gaza bastı. Ben de koltukta geriye doğru hızla yaslandım. Ve sonra ani fren yaptığında gerçekten sinirlerim tavan yapmıştı.
Babam'ın sözüydü o söz bir kere! Tamam belki ilk söyleyen o değildi ama en azından bana öğreten oydu. Ve başkasından duymak bencilce de olsa hoşuma gitmiyordu.
Hem bu Şalom saçmalığı da neydi? İbranice Barış demekti. Yani yine İsraille alakalı bir mevzuydu ama anlamamıştım tam olarak.
Yahudi ve Barış.. Nankörlüğü şiar edinmiş bir topluluk için barış ironinin ta kendisidir. derdi babam.
''Nesibe sen in. Hatice seni içerede bekliyor. Amcam gideceğimiz yerde zaten. Bir de bi dakika..'' dedi ve aşağı indi.
Ben de arabadan inerken dayım elimden tutup,
''Dikkatli ol Nesibe.'' Dedi.
Elimi çekip anlamaz gözlerle ona bakınca dediğini tekrarladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİRENİŞ
SpiritualBurası kanın kızıllığının her karışına bulaştığı, gökyüzünün kana bulandığı yerdi . Burası ölümün insana nefesinden daha yakın olduğu yerdi . Gazze'de doğmak; doğuştan direnişçi olmaktı . Küfre, açlığa, susuzluğa, ölüme ve en çok da suskunluğa diren...