Selamn aleyküm. Bu hafta vize haftam ve hatta bu akşam 4'te sınavım var. Dualarınızı bekliyorum. Bölüm kısa oldu, kafamdaki her şeyi yazamadım ama geçiştirmek de istemiyorum, daha güzel ve uzun bir bölümle çok yakında buralarda olacağım Allah izin verirse.
Bölümü Zeynep'ime ithaf ediyorum...
Kurguda biraz değişiklik oldu ve final biraz daha uzakta görünüyor şu an. Belki de finale gelmek istemediğim için uzatıyorum bilmiyorum(gözlerini kapatan maymun emojisi). Ama şunu söylemeliyim ki, sırf sizler için biraz da mutlu şeyler yazmaya çalışıyorum ama benim kalemimden dökülenler genelde hep hüzün kokar. Üzülmek istemeyen, yok benim içim parçalanmasın, artık dayanamıyorum diyenler, bundan sonrası için çok daha ağır bölümler gelecek, şimdiden uyarayım. Benim karakterlerim genelde hep acı içinde kıvranırlar, onlardan nefret ettiğim yahut bundan zevk aldığım için değil, sanırım ben hüzne aşık biriyim, bilemiyorum. Hele bir de mevsim kış olunca ağzımdan hiç hayır dökülmüyor, Allah affetsin.
Gözlerim, ruhumun dünyaya açılan penceresi, mekanik mürekkebim de içerisinde dünyamı gösteren gözcü(k)ler.. Bölümleri yazarken, gözlerimi kapatıyorum ve ne izlersem onu yazıyorum.. İç dünyamda bulduğum mutluluk kırıntılarına sırf sizler içindaha çok tutunacağım. Bu vakte kadar benimle birlikte olanlar, yeniden çok teşekkürler.
Hüznün toprağında yeşerenlere, açan siyah güllere selam olsun!
Az kalsın unutuyordum. Bu sıralar Batı Şeria'dan hiç haber vermiyorum. 4 gün önce 72 yaşındaki bir kadını katletti zalim yahudiler. Hemen hemen her gün onlarca tutuklama oluyor. En çok da psikolojik çöküntü oluşturmak için yapmadıkları şey yok mel'unların. Sokağın ortasında gencecik delikanlıları hiç yoktan yere durduruyor, bellerini açmaları isteniyor, ahlaksızca üzerleri aranıyor ve çoğu zaman rastgele ateş de açıyorlar. Yine de her şeye rağmen Batı Şeria tüm gücüyle direniyor. RABBİM YAR VE YARDIMCILARI OLSUN.
Yaklaşık bir haftadır, 2.kattaki odalardan birinde yarı oturur vaziyette boş boş pencereye bakıyordum.
Ancak Amcam gelirse yemek yiyor ya da yürüyüşe çıkıyordum. Onun dışında uyumak için bile iğne yiyordum.
Ahmet de kendini hepten orduya vermişti. Bir zamanlar kendini zorluyor diye kızdığı Abdullah' ı bile geçmişti, Amcamın anlattığına göre.
Amcam da iyiden iyiye çökmüştü. Gözlerinin altı her zamankinden daha koyu renkteydi. Kilo da vermişti. Eminim ne yemesine ne de içmesine dikkat edecek hali kalmamıştı. Ama onun sorumlulukları çoktu. Kendini toparlamak zorundaydı. Bunun için de hastahaneye gelip durmamalıydı.
Unutmalıydı.
Evlat acısı unutulur muydu ? Geçer miydi bir gün sancısı?
Göğsünün tam ortasında kalakalmış, geçen her gün yankı yankı büyüyen bir azabın sonu var mıydı?
Çakılmış gibi sinelere, her bir hatırası, her bir anısı, azalır mıydı hiç yükselip duran alevler?
Evladını bıraktığın toprak, ateşin üstüne de örtülemez miydi?
Bir daha eskisi gibi nefes alınabilir miydi?
Yoksa boğazına çöreklenen bir yumru, gözlerini ebede yumuncaya dek kalıcı mıydı?
Evlat acısı gibi var mıydı daha?
Peki ya kayıp bir evlat ?
Bir hafta geçmesine rağmen hala ne ölüsünden ne dirisinden haber alınamamıştı Abdullah'ın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİRENİŞ
SpiritualBurası kanın kızıllığının her karışına bulaştığı, gökyüzünün kana bulandığı yerdi . Burası ölümün insana nefesinden daha yakın olduğu yerdi . Gazze'de doğmak; doğuştan direnişçi olmaktı . Küfre, açlığa, susuzluğa, ölüme ve en çok da suskunluğa diren...