Bir ormanın ortasında kendi etrafımda 360 derece dönüp duruyordum. Ağaçların görüntüleri birbirine karışıyordu. Hızımı hiç kesmeden, kollarım iki yana açık şekilde sendeleyerek de olsa dönmeye devam ettim. Başımı arkaya attım ve görüş alanıma gökyüzünün daha çok girmesine izin verdim. Gülüyordum ama yanaklarımdan gözyaşları dökülüyordu. Hayır, mutluluk gözyaşları değillerdi.
Omzuma dokunan el dönmemi durdururken, nerede olduğumu ve ne yaptığımı idrak etmeye çalıştım. Az önce ortasında dönüp durduğum ormandan eser kalmamıştı. Ayaklarımın altında kurumuş çatlak toprak uzanıyordu.
Beni tutan kişinin yüzünü göremiyordum ama o köprücük kemiklerimden tutarak beni bir yere sürüklüyordu.
Bir anda etrafta sayısız insan belirdi. Hiçbiri konuşmuyordu. Arkamdaki kişi de hareket etmemi engelliyor, kendisini görmeme müsaade etmiyordu.
Sol tarafıma kafamı çevirdiğimde Abdullah'ı gördüm. Bana elini uzatıyordu.
''Nesibe, benimle gelmeyecek misin? Beklediğimiz kişi geldi, onu beraber desteklemeye gidelim''
Etrafta devletlerin ismi duyuluyordu. Mısır, Suriye, Bosna Hersek, Doğu Türkistan, Afganistan, Türkiye...
Müslüman ülkelerin isimleri tek tek sayılıyordu. Daha çok kulak kabarttım. Ama henüz Filistin ismi duyulmamıştı.
Abdullah benimle konuşmaya devam ediyordu.
''Haydi, Nesibe, benimle gel. Seni her zaman koruyacağıma söz verdim. Unuttun mu?''
Beni omuzlarımdan tutan kişi gitmeme izin vermiyordu. Ama garip olan şey ben de kurtulmaya çabalamıyordum.
Etrafta yükselen uğultuyla birlikte Filistin'in ismi duyuldu. Çok yüksek bir yerde uzun boylu bir adam vardı. Ama arkası dönüktü. Ve onu görebilmek için ayakuçlarımda yükseliyordum.
Omuzlarımı tutan adam sağ elimi açıp bir avuç dolusu tohum verdi. Ve ben o tohumu atar atmaz yerden devasa bir ağaç yükseliverdi.
''Nesibe'' diye fısıldadı arkamdaki adam.
''İşte şimdi başlıyoruz.''
''Abla?''
Gözlerimi açtığımda rahlenin önüne oturmuş Ömer'i gördüm.
''Neden burada uyudun? Yatağa neden yatmadın?''
Yerimden doğrularak öne eğilip Ömer'in anneminkilere tıpatıp benzeyen dalgalı saçlarını karıştırdım.
''Çünkü canım öyle istedi küçük bey.''
Evet, beni yıkan şeyler vardı. En çok yalnız kaldığımda beni yakalayıp hırpalıyorlar ve kendime gelmeme imkân bırakmayacak şekilde dağıtıyorlardı. Ama ben bir ablaydım. 3 yıl önce annemin şehadetiyle annelik yükünü sırtlanmış ve 2 gündür de hali hazırda bana ağır gelen annelik misyonuma babalık sıfatını eklemiştim.
Yani öyle mızmızlanıp ağlayarak, kendimi yerden yere atarak acı falan yaşayamazdım. Ömer ve Zeynep güçlü olduğuma inanmalıydılar. Ve her daim onlara destek olmalıydım.
''Benim canım da yemek yemek istiyor Nesibe Sultan. Çok acıktım abla ya''
Son cümleyi suratını buruşturarak söylemişti.
''Gel hadi gel, Senin acıkmadığın bir vakit var mı Ömer? Ben hatırlamıyorum da. Besmele mi çekmiyorsun yoksa? Kocaman adam oldun artık. 11 yaşındasın.''
''Benim kas yapmam lazım abla ondan sürekli yiyorum. Hamas'a katılacağım ben. O İsrailli askerlerinin hepsine gününü göstereceğim. O gün geldiğinde Hem annem hem de babam için mermilerim silahın namlusundan uzaklaşacak. Birer birer sileceğim onları yeryüzünden. Bize yaptıklarını ödeteceğim.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİRENİŞ
SpiritualBurası kanın kızıllığının her karışına bulaştığı, gökyüzünün kana bulandığı yerdi . Burası ölümün insana nefesinden daha yakın olduğu yerdi . Gazze'de doğmak; doğuştan direnişçi olmaktı . Küfre, açlığa, susuzluğa, ölüme ve en çok da suskunluğa diren...