sizleri seviyorum, hayırlı akşamlar..
Geniş bir ormanın içinde ayakta dikiliyor ve etrafıma bakıyordum. Nefesimden sessiz ormanda tek bir hareket yoktu.
Üzerimdeki beyaz elbisemin uçları uçuşuyordu. Çıplak ayaklarım artık üzerine bastığı zemini hissedemeyecek durumdaydı. Kollarımı birbirine doladım. Soğuk tüm bedenimi yavaş yavaş geçiriyordu ele, alevden yapılma, keskin bir kılıç gibiydi tadı.
Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Gri bulutların birbiri içine geçişini ve gökyüzünü hızla kararttıklarına şahitlik ettim.
Çığlığıyla bütün ormanı dolduran rüzgar ile, kollarımı yanıma düşürdüm. Giderek şiddetini arttıran rüzgar, etrafımda dönüp duruyordu.
'Nesibe! Nesibe neredesin?!'
Adımı çağıran kişi rüzgar mıydı?
'Nesibe! Buradayım, beni bul, ses ver!'
Birden fazla mı rüzgar sesi vardı?
Abdullah'ın görünmesiyle sesin rüzgara ait olmadığını anladım.
Ve ardından gelen Babam'la diğer sesin kime ait olduğu da belli olmuştu.
'Baba! Abdullah!'
Avazım çıktığım kadar bağırsam da etrafımda dönüp duruyorlar ama beni duymuyorlardı.
Ayaklarımı oynatamıyordum. Adeta kurak toprağa mıhlanmış gibi olduğum yerde kalakalmıştım.
'Abdullah! Görmüyor musun buradayım!'
'Baba! Baba neden duymuyorsun beni! Baba, buradayım!'
Beni işittiklerine dair hiç bir alamet yoktu. Bir kıpırtı, bir ses için gözleri ve kulakları tetikte etrafa bakıyor olsalar da kesinlikle beni fark etmiyorlardı.
Abdullah çok yakınıma yaklaştığında sağ elimi göğsüne doğru uzattım onu durdurmak için, bedeni, kolumun içinden geçmişti. Ve sonra babam tam üstümden geçti, sanki beni ezer gibi.
'Amca, bulamayacağız galiba.' Dedi Abdullah sessiz bir tonda.
'Hayır Abdullah, Nesibe asla pes etmez, ben inanıyorum Nesibe'mi bulacağım! Haydi!' dedi.
Ve birlikte koşarak uzaklaştılar.
Ağlamak istiyordum. Yere bile çökemiyordum. Ayakta durmaktan ve öylece dikilmekten başka çarem yoktu.
Gözlerimden bir kaç damla yaş süzüldüğünde gökyüzünün karanlığı arttı ve bir anda gök kubbeden bardaktan boşalırcasına yağmur yağmaya başladı.
Başımı gökyüzüne kaldırdım. Baştan uca ıslanmıştım.
Tükenmişliğin zirvesini yaşıyordum.
Yağmur yavaş yavaş kesilmeye başladığında, karşıdan birinin geldiğini görünce belki Abdullah ve Babam geri dönmüştür ümidiyle gözlerimi kısıp, gelen kişiyi tanımaya çalıştım.
Gelen, Hamza'ydı. Sırtında küfesi, içi de ağzına kadar çakıl taşlarıyla doluydu.
'Haydi Nesibe, vakit geç oldu gidelim.' Dedi elini bana doğru uzatarak.
Az önce yerimden kıpırdayamasam da şimdi bir adım atmayı başarmıştım. Hamza'ya doğru diğer bir adım attığımda bir anda ayaklarımın altında sabit duran toprak çekildi ve ben buz gibi bir suyun içine girdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİRENİŞ
SpiritualBurası kanın kızıllığının her karışına bulaştığı, gökyüzünün kana bulandığı yerdi . Burası ölümün insana nefesinden daha yakın olduğu yerdi . Gazze'de doğmak; doğuştan direnişçi olmaktı . Küfre, açlığa, susuzluğa, ölüme ve en çok da suskunluğa diren...