10
Başım dönerken kiraladığım arabayı kullanmakta ciddi anlamda zorlanıyordum. Sol tarafta kullanmak beni yeterince zorlarken daha fazlasını isteyip kafam kazandan farksız bir hâldeyken kullanıyordum.
Indiana'daydım. 12 saatlik yolculuk yapmamış değildim ama elimde Judith'in mektubu varken kafam bulanıyordu. Elimde şehir haritası vardı. Akşama kadar Judith'i bulmaktan başka çarem yoktu. Planım, büyük kentteki tüm mezarlıkları dolaşmak olunca umutsuzluğa kapılmam normaldi. Hoş bir şehre benziyordu ama en fazla konser için uğradığım bir şehirdi ve hakkında hiçbir şey bilmiyordum.
Belki de Indianapolis'te değil de eyaletteki herhangi bir yerdeydi. Hayır. Bu olmamalıydı. Tanrım, lütfen içinde bulunduğum şehirde olsun. Burada herhangi bir yerde olması bile beni yeterince zorluyorken, bir de başka şehirde olursa onu bulana kadar dediğini yapar, intihar ederdi... Ve sorumlusu ben olurdum.
Zaten dağınık olan saçlarımı sinirle çekiştirerek daha da dağıttım. Ölmek için çok erkendi. O bunu istiyordu, biliyorum. Sanki büyük evde yaşadığımız kısa süre sona ermiş gibi hissediyorum. Evde yaşadığımız süre bitmiş, dışarıdaki hayata hazırlık yapar gibi... O ölürse, toparlanmam uzun zamanımı alırdı. Ve o reddettiği kariyerime darbe indirme meselesini dolaylı yoldan yine kendisi yapmış olurdu.
Hayır James, bulacaksın onu. Ölmeyecek. Sakin ol.
Şehrin doğu tarafında ilerlerken haritaya göre ziyaret edeceğim ilk mezarlığa çok az kalmıştı. Navigasyon bana yön tarifi yaparken yanlış olmamasını umarak tarifine uyuyordum.
Navigasyon doğru yeri tarif etmişti, bir mezarlığın önündeydim. Arabadan indim. Hızlı adımlarla mezarlığa girdim. Aralıklı yapılmış mezarların arasından hızlı hızlı geçerken mezar taşlarında yazan isimlere de bakıyordum. Hava kapalıydı, tanınmamak için güneş gözlüğü takıyordum ve her yerde ağaçlar vardı. Yani isimleri görmem zordu.
İlk mezarlıkta bir sonuç elde edemedim. Arabaya tekrar bindim. Sıradaki mezarlığa gittim. Diğerinden oldukça büyük bir alanı işgal ediyordu. Yaklaşık bir saat boyunca yer yer Judith'in ismini bağırarak koştum. Yoktu. Diğer mezarlıkta da yoktu. Diğerinde de. Bir sonrakinde de yoktu. Saat 8'e gelirken yani hava kararmaya yüz tutmuşken baktığım mezarlıkta da bulamadım.
Henüz şehrin yarısını gezmiştim. Hava kararmıştı. O korkardı. İntihar etmese bile o karanlıkta bir köpek uluması duyunca korkudan ölürdü o... Onu bulmam gerekiyordu ve böyle bulamayacağım kesindi.
Bir markete girdim. Atıştırmalık bir şeyler aldım. Aç kalmak fobim gibi bir şeydi ve şu an açlıktan parmaklarımı yiyebilirdim. Aslında bu iyi bile olurdu. En azından saçlarımı daha fazla dağıtmamış olurdum.
Kasada sıra vardı. Kendimce planlar düşünürken hiçbir şey bulamamak beni çıldırtıyordu. Elimdeki krakerleri kasiyere uzattım. Onları geçirmesini beklerken aldıklarını poşetleyen uzun boylu çocuğa baktım. Başını kaldırdı. Göz göze geldik.
Nerede görsem tanırım diyemeyeceğim ama hatırlamak için Judith olmaya gerek olmayan gözleri gördüğümde şoka uğradım.
"Daniel Cousins!" diye bağırdım şaşkınlıkla. Judith'in onu aradığı günden sonra onun sosyal paylaşım sitelerindeki fotoğraflarına bakmıştım. Sağ gözünün yarısı mavi, yarısı kahverengiydi, sol gözü kahverengiydi.
"Evet?" dedi Daniel şaşkınlıkla bana bakarken. Tanınmamak için taktığım güneş gözlüklerimi çıkardım. Birkaç saniye bana baktı. Sonra o da beni hatırlamış olacak ki yüzü buruştu. Aldığım krakerler için cebimden rastgele bir para çıkarıp verdim. Onları elime aldım.