20
~Judith~Mucizeler vardır. Dünyaya gelmek, yaşama tutunmak, nefes almak, düşünebilmek gibi olanlardan bahsediyorum. Açıklamaları yapılabilen fakat her insanın, bir doktorun bile hayatında en azından bir kere 'Bu nasıl böyle olabilir ki?' diye düşündüğü mucizeler...
Tanrı herkese bu mucizeleri bahşetmişken neden bana yeniden doğmak gibi bir mucize de göndermişti?
Özel olanların arasındaydım belki de. Hipertimezi yüzünden. Benim gibi olan binlerce özel de benim gibi miydi acaba? İkinci bir mucizeyi haketmiş miydi herkes? Umarım... umarım Tanrı herkese ikinci mucizeyi göndermiştir.
Benim mucizem karşımda duruyordu.
Bana gerçekten değer veren belki de tek kişi... James'in peşinden gönderdiği elçisi. Deniz mavisi gözlerinden taşan tek bir damla deniz suyunu yok etmem gereken adam. Zehirlediğim adam. Beni, bir piçten kıskanan adam. Benden bir şey saklayamayan adam. Yeğenini bile sevdiğim adam.
Ve şimdi, onun için bir boşluktaydım.
Niall'la sonsuza kadar birlikte olmak... Tanrım, bu benim için çok çok çok güzel bir şey. Hayatımın geri kalanının güzel geçeceğinin temminatı... Her gün o gözleri görebileceğimin temminatı. Sonsuz olmasa da birimiz ölene kadarki mutluluğun kelime karşılığı.
Ama, Niall için bu geçerli değildi. Kulak tıpaları, 'Niall Horan'ın eşi babasının katiliymiş.' sözlerini duymaması için yeterli olmayacaktı. Her geçen gün uyuşturucuya daha da bağımlı hâle gelecekti ve utancından hiçbir şey yapamayacaktı. Ben bırakmadığım için o da bırakmayacaktı.
En bencil şekilde değerlendirdiğimde ise eşittirin karşısındaki sonuç, Niall için minik bir hevesten ibaret olduğumu gösteriyordu. O heves bir gün bitecek, hayallerim ve gelecek hakkındaki umutlarım en sert şekilde ezilecek ve ben de bu harabenin altında kalacaktım.
Uzun bir süre sonra ilk defa gelecek ile ilgili bir plan yapılmıştı benim adıma. Ve ben... bunu yapamazdım. Kabul edince onunla sonsuza kadar -ki, sadece ona göre sonsuza kadar, bence sonumuza kadar- mutlu olacak kadar iyi değildi benim hikayem! Ayağıma takılacak taşların haddi hesabı yoktu! Ben o taşlardan birine takılmıştım ve Niall beni tutmak isterken o da benimle düşmüştü.
Bu tekrarlanırsa bir daha ayağa kalkamazdık.
En azından... birlikte kalkamazdık.
"Yaşamak mı istiyorsun, kardeşim, o hâlde beyin denilen organı siktir et." James'in sesi bana cevap olarak zihnime fısıldanırken Niall'ın parlayan gözlerine baktım. Soruyu sormasının üzerinden uzun bir süre geçmişti ve umudu azalmıştı. Benim gibi...
Sen hep doğru söylersin, James.
"Sonsuza kadar..." diye fısıldadım Niall'a doğru. Bedenlerimizin ve boylarımızın arasındaki farkı kapattım. "seninleyim."
Dört dakikanın sonunda cevap verdiğim için, umudu azalmıştı. Bu yüzden de önce ne olduğunu anlayamadı. Yüzüne ağır bir şekilde gülümseme yayıldı sonra. Beni öpeceğini düşünürken, daha iyisini yapıp bana sıkı sıkı sarıldı. İçimden bir ses 'Sonsuza kadar değil, sonumuza kadar demen gerekiyordu!' diye bağırırken yüzümü Niall'ın boynuna kapattım ve sonsuza kadar olduğuna kendimi inandırmaya çalıştım.
Şiddetli bir ses duyduğumda başımı kaldırıp sesin geldiği yöne baktım. Niall gülmeye başladı karşısındaki manzarayı görünce. Ona eşlik ettim. Horan ailesinin bireyleri yanımıza gelip konfeti patlatmıştı, bu sırada Denise fotoğrafımızı çekiyordu. Onlara bakıp gülümsememek elde değildi zaten.