18
Judith yanımdan ayrıldığında yerimden kalkamayacak kadar bitkindim. Odadan çıkmadan önce bana uzun uzun baktı. Aklından geçenleri merak edemeyecek kadar kötüydüm o anda. Sessizce odadan ayrıldı. Adım seslerinden anladığım kadarıyla aşağı kata inmişti.
Bir süre sonra -ne kadar geçtiğini kestiremiyordum-, başımı elimle tutmak zorunda kalacak kadar başım ağrırken ayağa kalktım. Önce, yatağa oturup darmaduman olan düşüncelerimi yokettim. Şu anki durumumu kafamda çift taraflı olarak tartışmaya başladım.
Bana ne olacaktı şimdi? Ben de mi beyazın karanlığına düşmüştüm? Annem öğrenirse ne olacaktı? Ya yönetim? Onlar canımı okurlardı. Peki Judith? Bana karşı tavrı nasıl olacaktı bundan sonra? Gider miydi yine? Sessizlik yine mi ikimize hüküm vurulacaktı?
Ayağa kalktım ve başımı tutarak odadan çıktım. Aşağı kata indim hızlı adımlarla. Tahmin ettiğim gibi atölyesindeydi. Kapıdan içeri girdiğimde, odanın köşesine sindiğini ve James'in getirdiğini söylediği tabureye sarılıp başını yasladığını gördüm. Yanına gidip çömeldim. Tabureyi bırakıp bana sarıldı.
Ağlamadı veya herhangi bir şey söylemedi. O anda yapılabilecek tek eylem buydu zaten. Konuşursak iyi şeyler olmazdı. Sessizlik iyi bir cevaptı ikimiz için de.
Ama o dayanamadı sessizliğe. Ya da, bilmiyorum, hafızasının önüne sunduğu anılardan kurtulmak istemişti. "Hastaneye gidelim, onlar bir şeyler yaparlar." dedi, başını omzundan kaldırıp.
Ona gidemeyeceğimizi, bunu yapacak kadar cesaretli olmadığımı nasıl söyleyeceğimi düşündüm bir süre. O, beklediğim her saniye artan hayal kırıklığı ile yüzüme bakarken cevabı zaten anlamış olmalıydı.
"Neden? Kimden korkuyorsun? Kimden veya kimlerden korktuğunu bilmiyorum ama hiçbiri senden önemli değil. Gidelim, seni birkaç günde tedavi ederler. Öyle olmasa, aylarca sürse bile önemli değil. Ben üstleneceğim, tamam mı? Kafam güzelken sana zorla çektirdiğimi söyleriz. Beni istedikleri yere göndersinler, Niall. Umrumda değil. Ama lütfen, lütfen gidelim."
Onu ilk defa böyle görüyordum. O çoğu zaman beni düşünmezdi. Yani, en azından bu kadar fazla düşünmezdi. Benim aklımdan bile geçmeyen hastaneye gitme fikrini öne sürmüştü. Bunun için kendini kurban ederek hem de! Ah be güzelim...
"Sen tedavi olmayı kabul edersen ben de tedavi olurum." dediğimde gözlerini yumdu bir süre. Yeniden açtığında başını başıma yaklaştırdı ve dudaklarıma minicik bir öpücük kondurdu.
"Benim tedavim çok uzun sürer. Sen çok az kullandın şu ana kadar. Lütfen, Niall. İstediğin her şeyi yaparım, söz. Birkaç ilaç tedavisinden sonra biter senin işin. Zaten, ımmm... Zaten benim sağlığım gideceği kadar gitti. Tedaviye dayanamayabilirim bile. Ölmemi istemezsin, değil mi? En fazla böbreğin biraz zarar görmüştür. Lütfen. Hadi Niall, arabayı ben kullanırım."
Bu çabası karşısında ona hayran kalmış olsam da... anlamadığı ve bilmediği şeyler vardı. Onun, uyuşturucu bağımlısı olduğunu öğrendiğinde hayal kırıklığına uğramakla beraber belki de ondan utanacak bir ailesi yoktu. Onu örnek alan ve 'Judith Veronica kullanıyorsa iyi bir şeydir belki de.' diyebilme potansiyeli olan milyonlarca hayranı yoktu.
Bunlar ise sadece buz dağının görünen yüzüydü.
Başımı omzuna gömdüm. Elini saçlarımın arasına geçirdi. O sırada iç çekiyordu. Uzamaya başlamış saçlarımı parmaklarıyla okşadı. "Peki şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu.
"Bilmiyorum, bir şey düşünecek durumda değilim." Yeniden iç çekti.
"Sen şu an hissettiklerimi anlayamazsın ama... ben mahvettiğini biliyor musun?" dedi Judith. Devam etti. "Hayatımda olan tek kişi, değer verdiğim tek insan, tam olarak o değil belki ama büyük ihtimalle aşık olduğum adam, şu an benim içinde bulunduğum çukura düştü ve elinde merdiven olmasına rağmen onu kullanmıyor. Özür dilerim. Keşke o gün kantine inmeseydim. İkimiz için de en iyisi bu olurdu."
