LSD - Part II

309 31 70
                                    

Dinlemelisiniz: Asbjørn - The Love You Have In You
ZAYN & Taylor Swift - I Don't Wanna Live Forever

39


Minik hapı bir köşeye gidip yutmamın üzerinden 2 saat geçmişti.

Kafam iyice yerinden oynamıştı. Şu hep bahsedilen "kendini farklı şekillerde görme" olayı da gerçekleşiyordu. Aynaya bakmama gerek bile yoktu, kollarım paramparça olmuş gibi görünüyordu bana. Sanal gerçekliğin farklı bir versiyonuydu.

Şu an tam zirve noktasındaydım. Eskisinden çok yükselmiştim hatta. Herkes ahtapot kollarına benzeyen kollarını kaldırarak dans ediyordu ve simsiyah duvarları aydınlatan renkli ışıklar lazer ışınlarından farksızdı benim için.

Tekilaların ardı arkası kesilmemişti, belki de bu yüzden çok daha fazla kafam uçmuştu. Biraz önce yanlarında bulunduğum arkadaşlarım uyuşturucu kullandığımı ve o yüzden bu kadar gevşediğimi anlamış olmalılardı. Çenemi çok sert sıkıyordum, bardağı ağzıma götürmek için bile zor açıyordum.

Yanıma gelen birkaç kadını reddetmek ile kabul etmek arasında kalmıştım. Fakat Olly hepsini göndermişti. Durmayacağımı sanmış olsa gerek, neden gönderdiği hakkında gelen sorulara ortaya "Şu an iyi değil ve kafası yerine geldiğinde pişman olacak" cevabını vermişti. Eh, haksız da sayılmazdı. O kadınlardan biriyle yatsaydım kendimi sonsuz bir pişmanlık içinde bulurdum. Ama o anlarda bunları düşünemiyordum.

Ayağa kalkıp dans etmek istedim. Ama bir çuval gibi yer yığılırdım. Görüntüler giderek saçmalaşırken tek yaptığım daha da saçmalaşmasına alkolle yardım etmekti.

O anlarda ne annem, ne Judith, ne o evimde yaşayan diğer insan aklımdaydı. O an ne yaptıkları hiç ama hiç umrumda değildi.

Telefonumu çıkardım. 12'ye 2 vardı. Hapı alalı 3 saat olmuştu. Kafamı biraz olsun toparlamaya çalıştım. Çünkü saat 12, bir şey ifade ediyor olmalıydı.

Bingo!

1 Mayıs.

Judith'in 22. doğum günü.

Saat tam 12 olduğunda zorlanarak da olsa rehberimde Judith'i bulmuştum. Çünkü o telefonumda "Anka'm" olarak kayıtlıydı ve dediğim gibi, biraz olsun toparlanmış kafayla onu hatırlayamazdım.

Onu aradım. Sayamadım kaç çalışta olduğunu ama uzun bir süre sonra açıldı.

"Efendim?" dedi Judith. Ah, sesi ne kadar da güzel gelmişti yüksek sesli müziğin acı çektirdiği kulaklarıma.

"Ben Niall." dedim çenemi zorlukla açarak. Tekrar zorlanmamak için kapatmamaya çalıştım. Ama bu sefer de ağzımdan gelen içki kokusu beni rahatsız etti.

"Evet, ekranda gördüm biraz önce. Bir sorun mu var?" dedi merakla.

"Hayır." diye yalan söyledim. Şu an kafamın içinde olsaydı bu soruyu soramayacak kadar şaşkın olurdu. Sorun yok muydu gerçekten de? "Ben şey için aradım..."

"Maura çok endişelendi. Eminim ki şimdi uyumuyordur. Bana sinirlendin sanırım ama artık eve gel. Nerede isen, hemen eve gel."

Ah Tanrım, bunlar ne güzel cümlelerdi.

"İyiki doğdun." diye söyledim yüzümdeki kocaman gülümseme eşliğinde. "Seni seviyorum. İyiki doğdun."

Kısa bir sessizlik oldu. "Nasıl hatırladın?" diye sordu şaşkınlıkla.

"Unutmadım ki." diye cevapladım. "İyiki doğdun. Seni seviyorum." diye yineledim.
"Kiminle konuşuyorsun?" diye bir erkek sesi duydum. Önce biri bana söylüyor sanıp etrafıma baktım. Ama hayır, telefondan geliyordu.

OverdoseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin