28
~Kasım 2015~
"Niall, yemek hazır dedim. Gel artık."
Annemin sinirli çıkan sesini duyunca gözlerimi yumdum. Başımı tabureden kaldırmadım. Zaten en ufak hareketimde boynum ağrıyacaktı.
"Yemek yemek istemiyorum." diye seslendim ben de.
"Neden?" diye sorarak içeri girdi Denise. "Tanrım! Niall, kafanı kaldır. Nasıl boynun kopmadan durabiliyorsun?"
"Denise, iyiyim ben. Lütfen çıkar mısın? Hem kapının üzerinde 'Rahatsız Etmeyiniz' yazıyor, neden kuralları çiğniyorsun?"
Denise yanıma geldi ve başımı kaldırdı. Boynum tutulduğu için acımıştı. Yüzümdeki acı ifadesine gülerek baktı. "Bak, demek ki boynun acıyormuş."
Beni ayağa kaldırdı ve Judith'in atölyesinden çıkardı. Ayağımdaki alçı çıkmıştı ama hâlâ ağrıyordu ve topallıyordum. Ayrıca kazanın izlerini hâlâ taşıyordum, yani öyle rahat rahat hareket edemiyordum.
Londra'daydık. Kazadan iki hafta sonra Los Angeles'tan ayrılmıştık. McTrash sözünü tutamamıştı. 23 gün 14 saat, yani benim hep telkin ettiğim şekilde 24 gün geçmesine rağmen uyanmamıştı. Londra'da yeni hastane aramak ve benim de sağlık sorunlarım yüzünden bir süre daha orada kalmak zorunda kalmıştık.
Ama artık Londra'daydık ve beni eve getirmek annem için daha kolaydı. Çünkü Los Angeles'taki evde Judith intihar girişiminde bulunmuştu, bu evde ise güzel anılarımız da vardı.
Annem, ağabeyim, Denise ve Theo bu evde benimle kalıyordu. İşlerini bir türlü düzeltmişlerdi -nasıl düzelttikleri hakkında bir fikrim de yok, ilgilenmiyorum da- ve bana destek olmak için buradaydılar.
Mutfağa indik. Yemek masasında beni bekliyorlardı. Theo mama sandalyesine benzer şeyinde otururken beni görünce elini masaya vurmaya başladı. O hâlâ Los Angeles'a ilk geldikleri zaman ilk gördükleri manzaranın etkisindeydi.
Flashback yapmam gerekirse, Judith'in intihar girişiminden sonra hiç uyuşturucu kullanmamıştım ve doğal olarak bedenimin ona olan ihtiyacını dışa vurması gerekmişti. O hastane koridorunda, bilinçli olmayarak bağırırken ve saçlarımı çekiştirirken ailem gelmişti. O andaki manzarayı hayal edebiliyordum. Yüzü kıpkırmızı olmuş, hayvanî bir şekilde bağırıp saçlarını koparırcasına çeken garip bir insandım.
Ve Theo bunun nedenini anlayamayacak kadar küçüktü. O günden sonra benimle aynı ortamda durunca rahatsız oldu, ağladı, annesinin yanından ayrılmadı. Birkaç kere Judith'in neden uyuduğunu sorduğunu duydum Denise'e. Denise ise onun hayal dünyasına ağır gelmeyecek şeyler anlatıp onun merakını gidermeye çalışıyordu.
Greg oğlunun ellerini tuttu ve buna engel olmaya çalıştı. Hepsi bu duruma ne kadar üzüldüğümü biliyordu. Yerime oturdum. Yerimin de Theo'nun karşısı olması ayrı bir ironiydi. Theo birkaç saniye bana baktıktan sonra şu şımarık çocuk ağlamasını yapmaya başladı. Gözünden yaş gelmiyordu ama sesi ve görüntüsü böbreğini alıyorlarmış gibi bir hava veriyordu.
"Ben sonra yerim." diyip ayağa kalktım. Ağır ağır mutfaktan çıkarken kimse bana oturup yememi söylemedi. Yapmayacağımı biliyorlardı.
Bunu yapmamın ilk sebebi Theo'nun yemek yemeye benden daha çok ihtiyacı olmasıydı. İkinci sebebi ise kafamın bir çocuk ağlamasına dayanamayacak olmasıydı.
Odama gittim. Yatağa uzandım. Yastığımın altına elimi soktum. Tahmin ettiğim gibi bir paket çıktı. Şansıma içi doluydu. Pakedin ucundan tutup burnumun azıcık üzerinde sallandırmaya başladım.